Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir devletin (Gazze’de) okul vurabildiği, okulda çocukları katledebildiği bir zamanda “terör örgütü” tanımı yapmakla boşuna uğraşıyor devletler.

        Artık “şehit askerden fazla intihar eden asker”in bulunduğu…

        “Terör kurbanları”ndan ziyade “işyeri kurbanı işçiler”in tabutlarının her yıl binlerce sıralandığı…

        5 ayda 200 kadının, “teröristler” değil, kocaları, eski kocaları, oğulları, kara sevdalıları, kıskançları, namus bekçileri, babaları tarafından öldürüldüğü…

        “Terörle mücadele” eden devletin; bir sınırda 34 köylüyü bombaladığı, bir cephanelikte 25 askeri paramparça ettiği, bir tersanede 10 askeri suya düşürdüğü bir ülkede yaşıyorsunuz.

        Büyük devletler ile bölgesel elemanlarının; işgal ve istilayla böldükleri devletlerin bölünmemesi için konuşup durdukları bir çağda.

        Devletler, iktidarlar ve muktedirler çoğu zaman parmaklarıyla “terör”ü gösteriyor…

        Lakin o parmağın kendi de kanlı!

        “İslam Aleminin Bayramı” da böyle bir matemin ortasında işte.

        Despotların, katliamcıların, insanları ırkı, dini, mezhebi, etnisitesi yüzünden öldürmeye koşanların, kirli para sultanlarının, kara para vezirlerinin, tefessüh piyonlarının Filistin’i kurtarmasını bekliyoruz!

        Parmaklarını kaldırıyorlar…

        O parmaktan da kan damlıyor işte!

        Çocukların hakikaten umut duymak için ciddi sebeplerinin bulunduğu nice bayramlar, bayram gibi günler için!

        Gazete bayramı!

        21 yıl olmuş.

        Biz iki gazeteci, kucağımızda bir yaşındaki ilk kızımız, “bayram tatili”nde Trakya’da bir yerdeyiz.

        O vakit “bayram gazetesi” çıkıyor; gazeteler ara veriyor, başta matbaa işçileri, çalışanlar tatil yapıyor, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin çıkardığı gazetede, üç dört gün de olsa bir kısmı “işsiz” gazeteciler gazete hazırlıyordu.

        Kimilerince bayram gazetesi “Renksiz, çok seslilikten uzak, yavan” diye eleştirilirdi.

        Kimi için tam tersine, bir dayanışmanın simgesi diye, önemsenirdi de.

        Benim için ikincisiydi.

        İşte o tatile adım atmışken; haber geldi, Sabah Gazetesi geleneği “yenilikçilik” adına bozmuş, bayramda gazete çıkartıyordu.

        Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Cumhuriyet gibi kıdemliler “yeni yetme”nin bu darbesi karşısında afallamış, kalakalmıştı.

        Bir, iki mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıktı ama…

        Daha sonra zaten Anayasa Mahkemesi’nin “gazeteler çıkabilir” kararına da çarpacaktı.

        Ve bir sonraki bayram bütün gazeteler bayideydi.

        O gün minik kızım, “bayram geleneğine sadık” gazetede çalışan babasına kaldı; annesi ise “medyada devrim”e katılmak için mecburen koşturdu!

        Fatih Altaylı “bayram gazetesi” diye yazınca aklıma o günler düştü.

        O bayram bence Türkiye’de medyanın yeni yolculuğunun da köşe taşlarından başlıcasıydı.

        “Bayram gazetesi çıkmıyor” diye değil…

        Arsızlık, tamahkârlık ile dayanışmanın çiğnenmesi, ilan-reklam vesair gelir ile piyasada tahakküm uğruna, başta çalışanlar, herkesin, her şeyin çiğnenebileceğinin, ezilebileceğinin gösterilmesi bakımından.

        Çünkü o bayramdan bu bayrama geldik işte!

        O Sabah’tan bu Sabah’a…

        O medyadan bu medyaya!

        O arsızlık kiminin yanına kâr kaldı; soluğu o gün çakmak, yıkmak istedikleri patronun sağ kolu olarak yeni yanaşmalıklarda aldılar.

        Kiminin yanına kâr bile kalmadı; medyanın da, kendi gazetelerinin de, kendi çalışanlarının da ruhunu kararttıkları gibi, kendileri de kadro dışı kaldılar.

        O muhteris, tamahkâr medyacılık; bankacılık, kartelcilik, 28 Şubatçılık, petrolcülük, rtükçülük, şantajcılık, sansürcülük gibi sınırsız yüzsüzlüklere attı kendini.

        Onun kirli suni tohum ektiği tarlada da aha bugün “havuz medyası” denen genetiğiyle oynanmış nebat biçildi!

        Yani o son bayram gazetesi, bayram gazetesi değildi…

        Ama tamah medyası sayesinde gazeteciliğin matemini duyuran ilk bildiri oldu!

        Kabristan ziyareti

        Anne, babalar, kardeşler başta… kayıplarımızı anarak.

        Bildiğim ilk gazeteci, ilk spor yazarı cenazesi babamınkiydi.

        Sonra ne çok oldu.

        Hayati (Telgeren) Ağabey’i de kaybettik.

        Benim meslektaşım olduğu kadar, futbol arkadaşım idi.

        Zaten ilerlemiş yaşlarımızda, kalplerimizin teklediği günlere kadar, yani belli bir yaşımıza kadar, ki onunki bizden daha fazla bir belli yaş idi, düzenli olarak, az değişen ekiplerle (beton saha) maçları yaptık Spor Yazarları tesislerinde.

        Bu yazılı bayram ziyaretim işte orada, ileri yaşımızda top peşinde arkadaşlık koşturan ve şimdi ebediyen dinlenen Beşiktaşlılardan Eren Güvener, Kazım Kanat, Yalçın Çakır ve Hayati Telgeren’e olsun.

        Hepsini, tüm kayıplarımızla birlikte tekrar sevgiyle anarak!

        Ve birkaç gün için müsaadenizi rica ederek.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar