Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hrant Dink öldürüldüğünde “yazısından dolayı” yargılanıyordu.

        Onu “sanık” yapan kanun elbette “kırmızıçizgili devlet”in geleneğinde vardı ama nihayetinde son hali o sıra “çok demokrat” olan AKP iktidarı tarafından çıkarılmıştı.

        Öldürenler o yazıyı da okumamıştır belki.

        Öldürülmesine kadar verenlerin bir kısmı anlamamıştır bile.

        Ama “kökeni, kimliği, mücadelesi” yüzünden öldürüldü orada.

        Yargı ve önyargılarla hedef olmuştu; öldürüldü.

        ***

        Tahir Elçi de dün öldürüldüğünde “görüşlerinden dolayı” yargılanıyordu.

        Devletin, iktidarın hiç değilse “çözüm süreci” diye lideriyle, mensuplarıyla temas kurduğu “örgüt”ü “terör örgütü” saymadığı için!

        Yani devlet, iktidar, istihbarat birimleri “terör örgütü” ile temaslar kurabilmiş, süreç boyunca “terör örgütü değilmiş gibi” davranmış, ama Diyarbakır Baro Başkanı “görüşünü” ifade edince hapisle yargılanan sanık olmuştu.

        Yargı ve önyargılarla hedef olmuştu; öldürüldü.

        ***

        Tahir Elçi, öldürülmeden iki gün önce, hukukçu, Baro Başkanı sıfatıyla, “haberlerinden dolayı” tutuklanan iki gazeteci için şunları yazdı ve söyledi:

        Tünelin en karanlık dibine doğru hız almak gibi. Gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanmaya sevk edilmeleri kabul edilemez. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasına şiddetli bir toplumsal refleks gösterilmezse, dönüşü olmayan karanlık tünelden geri dönüş zor olacak.”

        Bakar mısınız:

        Bir Baro Başkanı iki gazetecinin “haberden dolayı” tutuklanmasına “karanlık tünele hızla yol almak” diyor…

        İki gün, hatta 48 saatten kısa süre içinde, o “karanlık”tan çıkıp patlayan silah(lar)la da öldürülüyor.

        Hakikaten, Elçi için,”tutuklansa, hiç olmazsa güvende olurdu” demiş olanlar haklı çıkıyor.

        Tutuklanarak öldürülmekten kurtulma ihtimalini biz demokrasi, hukuk devleti, insan hakları filan sayıyoruz.

        Bu manzarayı; patlayan bombalar, paramparça insanlar, öldürülen Baro Başkanı, enkaza dönmüş kent ve ilçeler, öldürülmüş siviller, “şehit” polis ve askerler, tutuklanan gazeteciler, uluslararası tecritler, insan-silah-petrol-para trafiğine dair suçlamalar, “Türkiye sınırında operasyon yapacağız” diyen ABD, “Türkiye sınırında operasyon yapan Rusya”, İncirlik’ten havalanıp duran ABD uçaklarından müteşekkil böyle bir felaket tablosunu çok mu beğeniyor iktidar?

        ***

        Tahir Elçi, büyük çoğunluğun katılmadığı “o görüşü” dışında, zaman zaman devletin yanında PKK’yı da eleştirdiği için, “sivillerin öldürülmesine” tavır aldığı için, “muhtemel failler”den biri de PKK oldu.

        Belki öyle, belki değildir.

        Faili meçhuller ülkesinin, Beyaz Toroslar pistinin, Hizbullah-Işid coğrafyasının, istihbarat savaşlarının, provokasyon elemanlarının dirilişinde, Jitem’in “Je t’aime” oluşunda her şey mümkün.

        Daha iki gün önce “Diyarbakır’ın simgelerinden dört ayaklı minarenin ayaklarına suikast” deyip minarenin vurulmasını, tahribini protesto için de orada duran bir insan öldürüldü.

        İki gazetecinin tutuklanmasına tepkisinden birkaç saat önce, kendisine yakın sayılanları kınayarak, “Bugün Nusaybin’de halkın yaşadıklarını kayıt altına almaya çalışan HABERTÜRK muhabiri Ahmet Yokuş’a saldırıyı kınıyorum. Yıllardır zor şartlar altında bölgede yaşananları haberleştiren-belgelendiren emekçi gazetecilere saldırı kabul edilemez. Diyarbakır Barosu, politik görüşü ve yayın çizgisi ne olursa olsun bir medya çalışanına saldırıların tereddütsüz karşısında olacaktır.”

        ***

        Elçi, birkaç gün önce “Demirtaş’a suikast” iddiası için, “Olay aydınlatılmalı” demişti.

        Şimdi kendi için aynı şeyi söylüyor olmalı:

        Olay aydınlatılmalı!

        Nasıl aydınlanacak? Kim aydınlatacak?

        8 yıldır İstanbul’daki Dink Suikastı’nı tetikçiler dışında aydınlatamayan süreçler mi?

        Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Derik’te olan bitenleri tam aydınlatamayanlar… Suruç’ta, Ankara Garı’nda canlı bombaların örgüt ve azmettiricileriyle ilgili hakikati dahi telaffuz edemeyenler mi?

        Uludere’de 34 insanın bombalanmasını “kimsenin sorumluluğu yok” diye geçiştirenler mi?

        Öyle ya Elçi Uludere davasının da avukatıydı; Cizre’de 1993-95 arasında 20 insanın öldürülmesine dair (geçenlerde beraatla biten) davanın da.

        Bir önemli dava ise Lice’de 1993’te Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın keskin nişancı marifetiyle öldürüldüğü ve sonrasında yalan haberler eşliğinde Lice’nin enkaza döndüğü, 16 kişinin öldürüldüğü, şimdi iki subayın “tammüden öldürme, halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik”ten ağır hapisle yargılandığı katliamın davasının da.

        Artık 24 Aralık’taki duruşmaya katılamayacak!

        ***

        Yine de herkesin ihtiyacı, hakikat!

        Hakikat ve adalet.

        Kin, nefret, intikam, şiddet değil.

        Adaleti, hakikati ortaya çıkartmak için inat ve ısrar.

        Elçi de kendisine suikastın ardından yine öyle söylerdi sanki:

        Son üç yıldır süren barış ve çözüm süreci, bu meselenin silahların devreden çıkarılması ve demokratik yollarla çözülmesi için yoğun bir çalışma yürüttük, hükümetin bu konudaki çalışmalarına tereddütsüz destek sunduk.

        Son üç aydır silahların yeniden devreye girdiği bu dönemde bu silahlı sürece şahsım ve Baro olarak net bir tutum aldık. Bu silahlı sürecin Türkiye toplumunun hiçbir kesimine yararının bulunmadığını, sona erdirilmesi gerektiğini söyledik.”

        O silahlı süreç sürüyor işte.

        Öldürülmeden hemen önce” de “savaşlar, çatışmalar, operasyonlar olmasın” diye konuşan bir Baro Başkanı ile ilk haberlere adı bile girmemiş bir polisi daha alarak!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar