Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Adalet sistemimizin en hoş taraflarından biri, hakikaten hesap sorması.

        Hesap sorarken de taraflı davranmıyor; mağdura da, o zaten maktul ise mutlaka yakınlarına da hesap soruyor!

        Özellikle “devlet ve devlet elemanı suçları”na ilişkin davalarda, mutlaka zaten canı yanmış, canını kaybetmiş, canı kadar sevdiğini yitirmişleri de “tanık” yapmakla yetinmeyip “sanık” yapıyor.

        “Herkes için Adalet” böyle bir şey olmalı…

        Çünkü “Mülkün temeli” de “Malın mülkün temeli” de o.

        ***

        Şimdi size örnek vakalar sıralayayım.

        Tabii ilk elde aklıma gelenler.

        Yoksa böyle cömert bir Adalet sisteminin kantarına bundan çok daha fazlası sığmıştır.

        Unuttuklarım varsa, ilgili yargı mensupları, devlet yetkilileri ve tüm Adalet camiasından özür dilerim.

        Sanki görünmez bir el, daha doğrusu utanmaz bir el, mağdur insanları kovalıyor hep!

        ***

        Misal, Afyon Cephanelik Vakası:

        Unutmayıysanız, gece yarısı, köle gibi zorla cephaneliğe sokulup (kiminin çocuğu para istiflerken) bomba istifletilen ve o arada (kimi para parça iken) paramparça olan, ikisi astsubay, 23’ü neredeyse acemi asker, 25 insanın hatırası.

        Onları, astsubayın “teknik” itirazı da olan emirle “canlı bombalar” arasında cansız, DNA’ları kilometrelerce dağılmış hale getiren komutanlar yargılanıyor ama serbest ve işlerinin başındalar.

        Evlatlarının dokularını kazıyarak onlara birer mezar açmış aileler ise, “mahkemeye hakaret”ten sanık!

        ***

        Misal, Uludere Vakası:

        34 köylünün bombalanması emrini verenler, bombalayanlar, askeri ve siyasi sorumlular; hiç biri sorumlu, hiçbir sorumlu bulunmadı.

        Fakat paramparça yan yana uzanmış, çoğu çocuk 34 ölünün köyleri sık sık basıldı, yakınları alındı, suçlandı.

        ***

        Misal, Sarısülük Vakası:

        Gezi olayları sırasında Ankara’da işçi genç Ethem Sarısülük’ü başından vurup öldüren polis mahkum oldu, evet.

        Ancak mahkemede olay çıkardılar, onu hırpaladılar gerekçesiyle Sarısülük Ailesi hakkında da, takriben o cinayetin cezasına eş değerde, 10 yıla kadar hapisle dava açıldı.

        ***

        Misal, Cömert Vakası:

        Yine Gezi olaylarında öldürülen Abdullah Cömert’in ağabeyi de yeni gözaltına alındı. Hakikaten, mağdur isen, orada kalmıyor işte!

        ***

        Misal, Şehit Babası Vakası:

        Dünkü yazıda da vardı. Biri astsubay oğlu, biri yeğeni, iki evladı “savaş süreci”nde kaybeden Mehmet Gencer, önceki Başbakan’a hakaretten 1 yıl hapse mahkum oldu. Oysa aynı Başbakan, iki yıl önce, onun oğlunun ölmeden önceki son mektubunu AKP Grubu’na okuyup ağlatmıştı. “Analar ağlamasın” derken, demek “babalar hariç” idi!

        Herkesin oğlu da ölü değil tabii!

        ***

        Misal, Esenyurt Vakası:

        Sadece bu olay değil, “iş kazası” denen nice cinayet ve katliam, mümkünse ölenlerin de üzerine yıkılıp “kalan sağlar ve sağanlar”ın tahsilatı değilse de taksiratı hafifletiliyor!

        İşte, Esenyurt’ta milyonlar basacak şıkıdım AVM’nin şantiyesinde çalışırken, naylon çadıra mahkum edilmiş ve orada birer naylondan manken gibi yanıp erimiş 11 işçi de, sağ olsun bilirkişi tarafından “kendi ölümlerinden sorumlu” bulundu.

        Öyle ya, 5yıldızlı otel varken, naylon çadırdan vazgeçememişler…

        Ortopedik yataklar varken, süngerleri çadıra dizmişler…

        Amirleri, patronları dışarıdaki sünger şilteleri içeri almalarını emredince, bir de onları kısacık hayatlarını yakacak malzeme olarak bağırlarına basmışlardı!

        ***

        Misal, Meçhul Asker Vakaları:

        Tabii ki meçhul değiller ama meşhur da değiller.

        Küfrü, hakareti, baskıyı, eziyeti, tekme tokadı, köle muamelesini, aileleriyle birlikte aşağılanmayı “bir üst makam”a bildirince, “Mutlaka bize bildirin” diye güvence vermiş Başbakanlık’ın BİMER’ine yazınca, şikayetçi oldukları komutana ihbar edilip daha çok ezilen, tehdit edilen, hatta işten atılan askerler.

        Kaçırılan ve ölmeden serbest bırakılıp dönebildikleri için, yargısız biçimde, komutanın keyfiyle çocuğunun aşından edilip atılanlar.

        ***

        İşte böyle.

        Elbette sadece bu kadar değil.

        Ama şöyle düşünün:

        32’inci kattan ölüme fırlatılan o işçilerin patronları afiyette mi?

        Oğlu için kahrolmuş “Şehit babası”nı mahkum edenler, başka oğullar aklanırken bir sızı duymuyor mu?

        Öldürülen gençlerin acılı ailelerine hücum eden Terazili Abla’nın hiç evladı yok mudur?

        Bir yılda 1200 işçi katleden bir piyasanın kazancı hakikaten helal midir?

        Naylon gibi simsiyah erimiş işçileri suçlu bulan bilirkişi o çadırda bir gece kalabilir mi yoksa AVM’de dolaşmayı mı tercih eder?

        25 paramparça askerin yakınlarını suçlayanlar, çocuklarının dokusunu, yanık kokusunu hiç kilometreler boyu aramış mıdır?

        Astını, yoksul bir askeri insan yerine koymayan bir komutan cumhuriyetçi olsa ne yazar, muhafazakâr inançlı biri olsa ne yazar?

        Adalet, sadece kanun mudur yoksa vicdan mıdır!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar