Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mozart… Altı yaşında ilk defa gördüğü notaları yanlışsız çalabilen bir dahi. Çevresindekilere kendisini sevip sevmediklerini sorduğunda aldığı yanıt şaka için bile olumsuz olsa gözleri dolan bir duygusal. Aşık olduğu kadının kardeşiyle evlenecek kadar bildiği yolda yürüyen.. Nikahında ağlayan, gözyaşlarıyla rahibi ağlatan. Hep çocuk kalan… Yaşamını mektuplara sığdıracak kadar çok yazan. Çok kazanan, çok kaybeden ve borçlarıyla ölen… 35’inde hem de. Yolun yarısı bile değilken. Hayat için de müzik için de daha yapacak çok şeyi varken…

        Mozart – Bir Yaşam Öyküsü kitabı Can Yayınları’ndan çıktı. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda flüt sanatçısı olan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde de Müzik Tarihi dersleri veren Aydın Büke, ilk baskısı 2006’da yapılan kitabı genişleterek yeniden hazırladı. Kitap, Mozart’ın sekiz cilt dolusu mektuplarından hazırlandı. Kurgusu olmayan, roman tadında bir biyografi…

        “Duygularımı şiirle aktaramam, şair değilim; kendimi gölgeler ve ışıkla ifade edemem, ressam değilim; düşüncelerimi hareketlerle de açıklayamam, dansçı değilim. Ama bunların hepsini seslerle yapabilirim. Ben bir müzikçiyim.”

        Böyle diyordu babası Leopold Mozart’a yazdığı bir mektupta Wolfgang…

        Tam adı, Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus’tu. Sonraki yıllarda “Theophilus” adı, önce Almanca karşılığı “Gottlieb”e (Tanrı’nın sevdiği), ardından da sözcüğün Fransızcası “Amadé”ye dönüşecek, müzik tarihi onu 19. yüzyıldan itibaren “Wolfgang Amadeus Mozart” olarak anacaktı.

        Tanrı’nın mucizesiydi aslında... Her ne kadar besteci bir babanın çocuğu, öğrencisi ve ideali olsa da çocuk yaşlarında parlayan dehasının karşısında imparatorlar, imparatoriçeler eğilecek, çağdaşı meslektaşları bestelerine duydukları hayranlığı dile getirmekten yüksünmeyecekti.

        MOZART / Bir Yaşam Öyküsü, Aydın Büke, Can Yayınları, 331 Sayfa, 26 TL

        İşte 35 yıllık yaşamında olağanüstü besteler üreten, soluk almadan çalışan Wolfgang…

        17. yüzyılın ortaları… O dönemde evlenme çağındaki delikanlılar varlıklı ve bir iş yerini çalıştırmak zorunda olan, kendilerinden daha yaşlı dul kadınlarla yaşamlarını birleştirirlerdi. Böylece hem kurulu bir düzenin başına geçilmiş, hem de maddi yönden sıkıntı çekilmemiş olurdu. Bu hikayeyle başlayan yaşam öyküleri de genellikle, delikanlıdan yaşlı olan kadının ölümünün ardından, genç ve güzel bir kızın ikinci eş olarak seçilmesiyle devam ederdi.

        Ancak, yıllar sonra bir dahinin babası olacak olan sanatçı Leopold Mozart için sosyal ve maddi durumunun fazla önemi yoktu. Bu nedenle aşk evliliğini seçip yaşamını Anna Maria Pertl’le birleştirdi. Kentte tanınmış bir konuma gelen Mozart ve eşi kısa zamanda, “Salzburg’un en güzel çifti” olarak nam saldı.

        Çiftin doğumdan sonra hayata tutunabilen iki çocukları oldu. O dönem dünyaya gelen bebekler genellikle doğumdan kısa bir süre sonra ölüyordu. Büyük bir bölümü de beş yaşını dolduramadan hayatını kaybediyordu. Hayata tututan ilk bebekleri kız çocuğu olan Maria Anna ki, “Nannerl” olarak anılacaktı, ikincisi ise 27 Ocak 1756’da dünyaya gelen Wolfgang…

        Beş yaşında beste yaptı

        Küçük Wolfgang üç yaşına geldiğinde ablasının müzik eğitimine katılmak istediğini belli etmeye başladı.Dört yaşında, kısa parçaları klavsenle kusursuz çalması için yarım saat çalışması yetiyordu. 1761’de yazılmış iki kısa parçanın altına düşülen şu not, Leopold Mozart’ın hayretinin yanında gururunun da ifadesi gibiydi: “Küçük Wolfgang’ın beşinci yaşının ilk üç ayında bestelediği eserler…”

        Wolfgang’ın hayatına katılanlar bir anda dünyası oluyordu. Bunun en güzel örneği sayıları öğrendiğinde yaşadıklarıydı. Wolfgang, eline geçen her şeyi sayılarla doldurmuş, hızını alamayarak duvarlara bile yazmıştı. Ayrıca Wolfgang, etrafındaki insanlar tarafından sevildiğini sürekli duymak isteyen bir çocuktu. Günde onlarca defa çevresindekilere kendisini sevip sevmediklerini sorar, olumlu yanıt alınca sevinirdi. Şaka için bile olsa cevap olumsuz alırsa derin bir korkuya kapılır ve hemen gözleri dolardı. Babasına karşı ayrı bir bağlılığı vardı. “Tanrıdan sonra babam gelir” demesi de bundandı…

        Pek çok Mozart yaşam öyküsünde, Leopold Mozart’ın Wolfgang’ı para kazanabilmek için bir sirk cambazı gibi şehir şehir dolaştırdığı yazılmış olsa da böyle düşünmek yanlış olur. Leopold, bilinçli bir plan gereği oğlunu gezilere çıkarmış, bu yorucu yolculukları elinden geldiğince tüm aile bireyleriyle yapmıştı. Üstelik bunları Wolfgang için tam anlamıyla bir eğitim yolculuğu haline getiriyor, Wolfgang’ın müzik yeteneğini sergilemesine yardımcı oluyor, onu saray çevrelerine sokuyordu.

        Viyana gezileri de aynı amaç için yapılan yolculuklardandı. Başarılar ilk ürünlerini vermiş, operada konuşan iki soylu, Viyana’ya üstün yetenekli bir çocuğun geldiğini ve klavsen çalışının herkesi hayrete düşürdüğünü söylüyordu.

        Kente vardıklarını haftasında saraya kabul edildiler. İmparator I.Franz’ın huzurunda tüm hünerini gösteren Wolfgang aynı zamanda altı yaşında bir çocuk olduğunu da kanıtlamakta gecikmemiş, kendisine yakın ilgi gösteren İmparatoriçe’nin kucağına atlayarak boynuna sarılmıştı. Kuşkusuz, bu içten gelen sevgi ifadesi on altı kez doğum yapmış olan Maria Theresia’nın çok hoşuna gitmişti. Aynı ziyarette Wolfgang sarayda ayağı kayarak düşmüş, geleceğin Fransa Kraliçesi Marie Antoinette tarafından yerden kaldırılmıştı. Wolfgang’ın teşekkürü ise evlenme teklifiyle olmuştu: “Bana karşı çok iyi davrandınız, büyüyünce sizinle evleneceğim…”

        Mozart’ın aşkı Aloisia

        Wolfgang büyüyünce Marie Antoinette ile evlenmedi. İlk cinsel deneyimini kuzeniyle yaşayan Wolfgang’ın en büyük aşkı Aloisia oldu. Ona karşı hissettikleri kuzeni Basle’den farklıydı. Bu kez sadece gülüp eğlenmek, kaba saba şakalaşmak yerine, her anını kaplayan müziği paylaşmak istiyordu. Genç kızın inanılmaz güzellikte bir sesi, etkileyici gözleri vardı ve çok iyi piyano çalıyordu. Mozart bu kıza tutkuyla bağlanmıştı. Aloisia’nın sesini duymak her defasında Mozart’ın aklını başından alıyordu. Mektupla anlatmaya çalıştığı bu aşka babasını ikna edemedi. Babası Wolfgang’ın şehir gezilerini sürdürmesini arzuluyor ve ona sekte vuracak bir engel istemiyordu. Babasının ısrarıyla turnesine devam etti ve annesiyle Paris’e gitti. Ki, henüz 58’inde olan annesi dilini bile bilmediği bu kentte son nefesini verecekti.

        Wolfgang, dönüş yolunda Münih’e geldiğinde, aylardır özlemini çektiği Aloisia’yı görmek için soluğu Weber Ailesi’nin yanında aldı. Henüz annesinin yasını tuttuğu için, Paris’te adet olduğu üzere kırmızı düğmeleri olan siyah bir ceket giyinmişti. Bu ilginç ve komik kıyafet genç kızı güldürmüş, Mozart’ın bekledği sevgi gösterilerinin yerine alaycı bakışlar almıştı. Açıkça dile getirilmese bile Mannheim’da birlikte geçirdikleri güzel günlerden beri belli ki çok şey değişmişti. Münih Operası’nda aranan bir şarkıcı olan Alaoisia için henüz doğru düzgün bir işi ve kazancı olmayan bu besteci fazla ilginç değildi. Zaten genç kızın gözünde bir sevgiliden çok, iyi bir öğretmen ve yol gösterici olmuştu.

        Baldızıyla evlendi

        Ancak Wolfgang’ın Weber Ailesi ile bağı hiç kopmadı. Viyana’ya yerleşen Wolfgang aynı şehirde onların yanında kalıyordu. Salzburg’a kadar ulaşan dedikodular baba Lepolod Mozart’ı rahatsız etmişti ve artık oğlunun onların yanından taşınmasını istiyordu. Leopold Mozart’ı üzecek haber çabuk geldi. Wolfgang’ın kabini bu kez de Aloisia’nın kız kardeşi Constanze kazanmıştı. Ona olan hislerini yine bir mektupla babasına yazdı.

        “Çirkin değil ama güzel de sayılmaz. Tüm güzelliği iki küçük siyah gözden ve anlamlı bir vücuttan ibaret. Çok esprili değil bir anne ve eş olarak görevlerinin farkına varacak olgunlukta. Para harcamaya meyilli olduğu kesinlikle doğru değil. Tam tersi oldukça kötü giyinmeyi alışkanlık haline getirmiş. (…) Bir kadının en çok gereksinim duyduğu şeyi kendi yapabiliyor: Saçlarını her gün kendi yapıyor. Ev işlerinden anlıyor ve dünyanın en iyi kalbine sahip. Onu seviyorum. O da bütün kalbiyle beni seviyor…”

        Mozart, bir süre sonra Constanze ile nikah için rahibin karşısına geçecek ve nikahında mutluluktan ağlayacaktı. Ve elbette karısı da. Bu gözyaşlarına rahip de kendi gözyaşyarını akıtarak katılacaktı. Ve Wolfgang, bu duygusal sahneyi yine bir mektupla babasına aktaracaktı…

        Bu süreç içinde Mozart yine bestelerine, operalarına devam etti. “Saraydan Kız Kaçırma” “Türk Marşı”, “Figaro’nun Düğünü”, “Sihirli Fülüt”… Ve elbette Salieri ile aralarındaki müthiş rekabet ve çekişme… Wolfgang bir taraftan özel dersler de veriyor ancak para yetmiyordu. Sık sık Mason Locası’ndaki “birader” Michael Pochberg’den mektupla borç istiyordu.

        Yeteneğime sevinecek zamanım olmadı

        Yıllar geçiyor, artık baba olan Wolfgang kendi babasını, öğretmenini ve yol göstericisini kaybediyordu…

        Yıllar geçiyor yeni besteler yapıyordu…

        Yıllar geçiyor ve kendi ölümü yaklaşıyordu…

        Belli ki bunu da hissediyordu…

        Son günlerinde ne garip bir tesadüftür ki kendisine sipariş edilen ölüm duasını (rekuem) besteliyordu. Ve bir dostuna yazdığı mektupta şöyle diyordu:

        “İçimde artık zamanımın dolduğuna dair bir his var, ölümüm yakın. Yeteneğime sevinecek zamanım olmadan sonuna geldim. Yaşam çok güzeldi, mesleğimin başlangıcı ümit vericiydi ama insan kaderine hükmedemiyor. Satırlarıma son veriyorum, ölüm şarkım orada duruyor, onu tamamlamadan bırakmam gerek…”

        5 Aralık 1791… Bir kış günü dünyaya gelen Mozart, yine bir kış günü yaşama veda ediyordu. Yaş 35. Yolun yarısı değil sonu…

        Baldızına o gece yanlarında kalmasını ve Constanze’ye destek olması gerektiğini söyledikten birkaç saat sonra:

        “Bu gece burada kalmalısınız, beni ölürken görmeniz gerek” dedikten birkaç saat sonra…

        35’inde, yolun yarısında değil sonunda…

        YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

        Zavallı / Gerçek Kimin Umurunda, Timur Soykan, Postacı Yayınevi, 500 sf, 20 TL

        Timur Soykan ilk romanı ‘Zavallı’da güncel siyaset ile polisiyeyi harmanladı. “Türkiye’de siyaset, polis eliyle bir devrim yaptı” diyen Timur Soykan kitabında çıkarları için iktidarın yalanlarına boyun eğen insanların ‘sürprizler’le dolu macerasını anlatıyor. Kitap, 80 yıllık iktidar savaşının galibi laiklerin bütün mevzilerini kaybettiği, kazananların yeni bir devlet inşa ettiği zamanlarda, yani günümüzde geçiyor. Ülkede kartlar yeniden dağıtılırken yeni devletin en büyük güvencesi insanların zaafları. Çünkü insanlar güç karşısında boyun eğer, gerçeklere gözlerini yumar. Güç karşısında boyun eğmiş insanların çıkarlarıyla koca bir devlet dantel gibi örülür.

        Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni: Genco Erkal’ın Sesinden Nâzım Hikmet Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, 4 CD ekiyle Nâzım Hikmet 223 Sayfa, 24 TL

        Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ve Nâzım Hikmet’in seçme şiirlerinden oluşan Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni kitabı, kitap ve kitapla birlikte verilen 4 CD ekinden oluşuyor.

        CD’lerde sanatçı Genco Erkal’ın sesinden dinleyeceğimiz 91 Nâzım şiiri, şairin hemen bütün kitaplarından, şiir serüveninin gelişmesini de gözeten, sevda, hasret ve siyasi şiirlerinden dengeli bir seçim yapılarak hazırlandı. Kitabı yayına hazırlayan Güven Turan ve Raşit Çavaş, kitabın ve CD’lerin hazırlanmasında Nâzım külliyatından sadece Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan parçaların kullanılmamasının, Nâzım Hikmet’le ilgili yeni bir çalışma yapılması fikrine de vesile olabileceğini belirtiyor. Kitaptaki Nâzım Hikmet şiirlerinden bazıları ise şöyle: Hasret, Sesini Kaybeden Şehir, Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri, Karıma Mektup, Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni, Karlı Kayın Ormanında, Ceviz Ağacı, Mavi Liman, Kara Haber ve Henüz Vakit Varken Gülüm.

        Cam Kırıkları Parkı, Alina Bronsky / İthaki Yayınları, 232 sf, 16 TL

        Cam Kırıkları Parkı, kadına yönelik şiddet konulu bir ilk roman. Alina Bronsky’nin, Almanya’nın en önemli edebiyat ödüllerinden Ingeborg Bachmann Ödülü’ne aday gösterilen ilk romanı Cam Kırıkları Parkı, 17 yaşındaki Sasha Naimann’ın hayatı üzerine sarsıcı bir roman. Üvey babası, annesini öldürünce hayatı tamamen değişen Sasha’nın, bu noktadan itibaren sadece iki hayali vardır: Üvey babasını öldürmek ve annesi hakkında bir roman yazmak. Berlin’de Rus gettosunda geçen hikaye, bir intikam hikayesinden çok; başına felaket gelen insanların nasıl dışlanıp ötekileştirildiği üzerine bir “kadın” hikayesi. Dışlanmışlığını üzerinde hissederek karmaşık duygularıyla başa çıkmaya çalışan Sasha’nın hikayesi, göçmenliğin ağırlıkta olduğu bir fonda ilerlerken, Almanya’da göçmen olmaya dair ipuçları da veriyor. Kadına yönelik şiddetin hiçbir yerde biçim değiştirmediğine yönelik bu ilk roman, Almanya, İngiltere, Fransa gibi pek çok ülkede büyük beğeniyle karşılaştı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar