Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SURİYE’ye yönelik sınırlı ve muhtemelen gerisi gelmeyecek füze saldırısı Türkiye’yi aslında ciddi bir açmazda bıraktı. Kanımca, saldırının biraz danışıklı döğüş şeklinde gerçekleşmesi, hedeflerinin kısıtlı olması, rejimin ya da destekleyicilerinin neredeyse kârlı bile çıkması, Ankara açısından sorunlu bir döneme girilmediği anlamına gelmiyor.

        “Bu nedenle Astana süreci etkilenmez” yorumlarına, eğer bunlar, Ankara-Tahran-Moskova arasındaki üçlü el sıkışma fotoğraflarıyla desteklenen işbirliğinin sorunsuz süreceği anlamına geliyorsa, katılmıyorum. Tersine, saldırı karşısında sergilenen tavrın, söylenen sözlerin, moral açıdan anlamlı ya da doğru/yanlış olmasından bağımsız şekilde, Ankara açısından manevra alanını daraltacak bir sonucu olacağını düşünüyorum.

        Üstelik EDAM analistleri Can Kasapoğlu ve Sinan Ülgen’in kapsamlı değerlendirmelerinde vurgu yaptıkları üzere, ABD, Britanya ve Fransa üçlüsünün saldırısına verdiği destek Türkiye açısından yalnızca Rusya ile ilişkilerde kaşları kaldıracak bir tavır değildi. İran, muhtemelen bu tavırdan, hiç değilse pazarlığa dahil edilmiş Rusya’dan daha fazla rahatsızlık duymuştur. Rejim bundan sonra İdlib’i gözüne kestirdiğinde, bugüne dek o cenahta eyleme geçilmesini dizginleyen İran ve Rusya’nın tutumu önem kazanacaktır.

        Daha etraflıca tartışılması gereken ve üzerinde durmaya devam edeceğim İdlib konusu, kamuoyunu en azından iki nedenle ilgilendirmelidir. Suriye rejiminin acıması yoktur. Destekçilerinin de insan hayatı, sivillerin sefaleti gibi konularda yüksek duyarlılık sahibi oldukları söylenemez. İdlib, halihazırda Suriye’de rejimin ele geçirdiği her yerden sürülen cihatçıların toplandığı ve toptan imha edilme iştahını kabartabilecek bir yerdir.

        Türkiye’nin İdlib’de kurulmuş şimdilik 9 karakolu vardır. 3 karakolun daha kurulması gündemdedir. Orada görev yapan askerlerin, ki rejim ile cihatçılar arasındadırlar, can güvenliğinin sağlanması insafsız bir rejim saldırısı durumunda hayli zor olacaktır. Hele rejim, eğer Duma’da kimyasal kullandıysa, buna verilen tepkiyi eften püften bulup toptancı bir harekâta kalkışırsa...

        Kaygı duyulması gereken ikinci konu, İdlib ve civarında yaşayan çoğu kendi ülkelerinde mülteci olmuş ve sayıları 2 milyonu geçen Suriyelinin yeni bir saldırı halinde Türkiye sınırına yığılmalarıdır. Böyle bir gelişmenin Türkiye toplumunda Suriyeli mülteciler konusunda artan tepkileri daha fazla dürtmesi ve tatsızlıklara yol açması yüksek bir ihtimaldir.

        Türkiye dış politikasında içine girmiş olabileceği bu kıskacı aynı zamanda keskinleşen ekonomik şartlar, kilitlenmiş bir siyaset, değişmekte olan bir güç dengesi ortamında yapmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi’nin genç öğrencilerinin maruz bırakıldığı antidemoratik ve hukuk dışı muamele gibi durumlar, aslında yaşanan daha derin bir krizin yansımalarından sayılabilir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar