Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ASIL adı Michael King olan papaz babası, Almanya’ya gittiğinde Katolik kilisesine isyan bayrağı açan Martin Luther’den haberdar olunca adını değiştirmiş, kendisi ile teoloji doktoru ve din adamı olan oğlu bundan böyle Martin Luther King ismiyle anılmaya başlamıştı. Atlanta’daki Ebenezer Baptist Kilisesi’nin papazı ve Amerikalı siyahların özgürlük mücadelesinde önemli bir rol oynayacak Güney Hıristiyan Liderlik Konseyi’nin (Southern Christian Leadership Council) kurucusuydu.

        Yükselmekte olan medeni haklar hareketine damgasını ilk kez vurduğunda 26 yaşındaydı. Rosa Parks adlı siyahi bir terzi kadının, dolu bir otobüste, Alabama Eyaleti’nin Montgomery kentinde ırkçı yasaları gereği yerini beyazlara bırakması gerekirken, “Yorgunum, ayaklarım ağrıyor” diyerek kalkmayı reddetmesiyle başlayan krizi bir başarılı direniş hareketine çevirmişti. Bir günlük diye başlayan otobüs boykotu şehrin siyahlarından yüzde 99 oranında destek alarak neredeyse 1 yıl sürmüş, otobüs şirketini iflasın eşiğine getirmişti. Yüksek mahkemenin, otobüs hizmetinde ırk ayrımı yapılmasını anayasaya aykırı bulmasıyla büyük bir zafer elde edilmişti. Sonraki yıllarda hayatının önemli bir bölümünü yollarda yürüyerek, mitinglerde dayak yiyerek veya Güneyli ırkçı polislerin yürüyüşçülerin üzerine saldığı azgın kurt köpekleriyle boğuşarak ya da hapishanelerde geçirmişti. Düsturu şiddete başvurmadan direnmek ve siyahların haklarını kazanmaktı. Şiddete karşı olması taleplerinin radikal olmadığını göstermiyordu. Şiddet karşısında en etkili tavrın müthiş bir disiplinle ve ısrarla bağlı kılınan militan barışçıl direniş olduğuna inancı tamdı.

        Birmingham kentinin azılı ırkçı emniyet müdürü Bull Connor’un kendilerine saldıracağını bildiği, arkadaşları “Sen gelme yürüyüşe” dedikleri halde, “Onca insanı yalnız bırakamam” diyerek tulumlarını giymiş sokağa çıkmıştı. O gece televizyon ekranlarında, ertesi gün gazetelerin birinci sayfalarında tanık olunan vahşet, Başkan Kennedy’yi medeni haklar konusunda bir şeyler yapmaya itmiş, oy verme hakkı, işe girme hakkı, kamusal alanda ırkçı ayrımcılığın sona erdirilmesi yolunda adımlar atılmaya başlanmıştı.

        Paskalya bayramında beyaz işyerlerinin boykot edilmesi için katıldığı bir yürüyüşün ardından Birmingham’da hapisteyken, bir bildiri yayınlayan 8 Hıristiyan ve Yahudi din adamı King’i eleştirmişlerdi. Gazete sayfalarının kenarına yazarak avukatlarına verdiği, “yapıcı, şiddeti dışlayan gerginlik” savunusu yaptığı uzun mektubuyla bunlara şu dersi vermişti: “Zencinin özgürlük yürüyüşünde en büyük engelin... ‘düzen’e adaletten daha fazla bağlı olan beyaz ılımlılar olduğu üzücü sonucuna vardım. Bunlar gerginlik yaşanmaması anlamına gelen negatif barışı, adaletin var olması anlamına gelen pozitif barışa tercih ederler... İyi niyetli insanların sığ anlayışları, kötü niyetlilerin katı anlayışsızlığından daha sinir bozucudur.”

        ADALET DUYGUSU

        Medeni haklar hareketinin en görkemli anı sayılan, 200 bin kişinin Washington’da toplandığı gün yaptığı “Bir hayalim var” konuşmasıyla, hareketin tartışmasız en önemli şahsiyeti ve lideri haline gelmişti. Satın alınamayacak bir kişiliği, din adamlığı kimliğinden gelen güçlü bir adalet duygusu vardı. Medeni haklar hareketinin diğer liderleri yalnızca kendi davalarıyla uğraşmak gerektiğini savunurken King, Amerikan toplumunun yoksulluk, emek sömürüsü gibi diğer sorunlarına sahip çıkıyor, 1967 yılında Vietnam Savaşı’nın haksızlığına karşı bayrak açıyor, içerideki yoksullukla savaş arasında egemenleri kızdıran bağlantıları kuruyordu.

        Ölümünden yaklaşık 1 yıl önce konuştuğu New Yorker Dergisi muhabirine, “Beni Tanrı hayata çağırdı, beni ölüme çağıracak da O’dur... Elbette ölüm korkusunu tattım” diyecekti. “Ölüm korkusunu yendim. Ölüm korkusunu yenen insan her şeyi yenmiş demektir. Hiçbir insandan korkmam gerekmiyor” demişti.

        Ölümünden sadece 20 saat önce Memphis kentinde hıncahınç dolu bir kilisede son konuşmasını, yine dini motiflerle bezeyerek şöyle yapmıştı: “Herkes gibi ben de uzun bir hayat yaşamak isterim ama şu anda derdim bu değil... Tanrı benim dağın tepesine çıkmama izin verdi. Aşağıya baktım ve vaat edilmiş toprakları gördüm. Sizinle oraya gelemeyebilirim ama bu gece şunu bilmenizi isterim ki, biz bir halk olarak vaat edilmiş topraklara varacağız.”

        50 yıl önce bir ırkçı beyaz tarafından öldürüldüğünde 39 yaşındaydı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar