Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İNTERNET üzerinden haber ve yorum programları yapan Medyascope Televizyonu’nun yöneticisi Ruşen Çakır, 2011 yılında, mealen, bundan sonra bir gazetecide en gerekli niteliğin cesaret olacağını yazmıştı. O sırada polis ve yargıdaki FETÖ’cüler, bugün kendisi trajikomik bir şekilde FETÖ’cülükten yargılanan Ahmet Şık ve Nedim Şener’i içeri almıştı. Kara bulutlar toplanmaya, kasırga öncesi kasvet çökmeye başlamıştı.

        Washington Post Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Martin Baron da Oxford Üniversitesi’ndeki konuşmasını gene cesarete atıfta bulunarak bitiriyordu. “Pentagon belgeleri” nin yayınlanmasına izin veren yüksek mahkeme kararını yazan Yargıç Hugo Black, ancak özgür ve kontrol edilmeyen bir basının vatandaşı devletin aldatmacaları hakkında aydınlatabileceğini savunmuştu.

        Baron, Black’in yazdıklarının kendilerini yönlendiren ruh olduğunu vurguladıktan sonra, şunları söylemiş: “Son aylarda yaşadıklarımızın ışığında, gazeteciler olarak ruhtan daha fazlasına ihtiyaç duyuyoruz. Aynı zamanda belkemiği gerekiyor bize.” “Belkemiği” unsuru, Amerika ya da diğer ülkelerdeki gazetecilerin iktidarla olan ilişkisinde önemli bir rol oynuyor. Dünyanın hemen her yerinde, Türkiye’deki kamuoyunun öğrendiğinde şaşırmayacağı yöntemlerle gazetecilik mesleğinin üzerinde çeşitli şekillerde baskı kuruluyor.

        MANTIK YERİNE GÖSTERİ

        Görevini bihakkın yapan ya da yapmak isteyen medyanın korunması giderek zorlaşıyor. Kenya’dan İsrail’e, Macaristan’dan Hindistan’a benzer yöntemlerle medyadaki tartışma alanları kısıtlanıyor. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasiyle yönetilen ülkelerin tümünde özgürlüklerin alanının genişlemesine koşut olarak genişleyen basın özgürlüğü alanının daraldığı anlamına geliyor. Kısa vadede iktidarla medya arasındaki bu çatışmanın biteceğine dair bir emare yok.

        Bugüne dair farklı olan boyut, medyanın sunduğu haberleri tüketecek olan kamuoyunun ve halkın medya ile ilişkisinin de köklü bir dönüşüme uğraması. Bunun bir parçası yazılı basından görsel medyaya geçişle ilgili. İletişim konusunda köklü eserler vermiş Neil Postman’ın önerdiği gibi yazıdan görsele geçildikçe haberlerin nasıl tüketildiği ve nasıl etki yaptığı konularında bir dönüşüm yaşandı.

        “Açıklama çağında” kullanılan yazılı metinlerde “sunulan düşüncelerin bir mantık ve kanıt zeminine oturması beklenirdi”. Halbuki şimdi, yani Tayfun Atay’ın “Meşhuriyet Çağı”, Postman’ın “Gösteri Dünyası Çağı” diye adlandırdığı dönemde gösteri mantığın yerine geçti. Bu durumda haberleri tüketenler bir haberin ya da yorumun özüne, düşünce ürünü olup olmadığına, gerçekliğine değil bunun verilişindeki samimiyete, inandırıcılığa, hassaslığa ve cazibeye daha fazla önem veriyordu.

        ZARAR GÖRME YOK

        Trump’ın ve benzerlerinin gerçek dışı beyanlarına rağmen asla üzerlerine bir olumsuzluk yapışmamasının, yalan söyledikleri kanıtlandığı halde bundan zarar görmemelerinin temel nedeni, haberin ve buna bağlı olarak gerçeklerin “gösterinin” bir parçası haline gelmesiydi. Nitekim 14 yıl boyunca Apprentice/ Çırak adlı TV programının sunuculuğunu yapan Trump, çalışma arkadaşlarının “başkanlığın her gününü kendisinin rakiplerini yendiği bir televizyon programı bölümü gibi düşünmelerini” istemişti. Görsel medya ve dijital platformların sağladığı imkânlarla hemen herkesin kendi gerçeklerini/olgularını yaratabildiği ve bunların aksini kanıtlansa bile kabul etmediği bir ortamda, doğru ya da gerçek arayışı imkânsız hale gelebiliyordu.

        Bugünkü teknolojik imkânlar, aşırı kutuplaşmış, kamplar arasında iletişimin kesildiği bir ortamda her grubun kendi “gerçeklerini” yayabilmesini de kolaylaştırıyordu. Bunun sonucu ise Timothy Snyder’in yazdığı gibi, “Olguları bir yana bırakınca özgürlükten de vazgeçmiş oluyorsunuz. Hiçbir şey doğru değilse, o zaman iktidarı eleştirmenin de bir anlamı yok, zira hiçbir şey doğru değilse her şey ancak bir gösteriden ibarettir”.

        Tam da bu nedenle önümüzdeki dönemin asıl tehlikesi George Orwell’in baskıcı kâbusunda yaşamak değil, Aldous Huxley’in insanı gevşeten, uyuşturan ıvır zıvır kültürüne teslim olmaktır. O kültürde ne direnç ne özgürlük ne de gerçek/doğru vardır.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar