Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BU S-400 işini deştikçe ve olayın tüm boyutları üzerinde düşündükçe hem önemi hem de siyasal-stratejik sonuçlarını etraflıca tartışmanın ne denli elzem olduğu iyice anlaşılıyor. Bir önceki yazıda bu füze savunma sisteminin tek başına Türkiye’nin güvenlik ihtiyacını sağlayamayacağını Can Kasapoğlu ve Sıtkı Egeli’nin yazılarından nakletmiştim. Entegre, yani birbirleriyle elektronik iletişim içinde olmayan savunma unsurlarının tek başlarına kapsamlı bir savunma gerçekleştiremeyecekleri gerçeğinden hareketle S-400’lerin bir savunma zaafı bile yaratabileceğini her iki uzman da öne sürmüştü. Konuyla ilgili El Monitor sitesinde bir yazı yazan Metin Gürcan’a fikir beyan eden uzmanların çoğu da benzer bir görüşü paylaşıyor.

        Rus uçağı düşürüldüğünde heyecandan kendinden geçen kamuoyu, yapılanın faturası ortaya çıktığında bir anda frene basmış, Moskova ile ilişkiler düzelmeye başlayınca da gene sevinçten ne yapacağını bilmez hale gelmişti. Buna karşılık Batılı müttefiklere, özellikle de ABD’ye yönelik antipati, öfke ve düşmanlık; Suriye’de bu ülkenin PYD/YPG ile işbirliği nedeniyle gene kamuoyunun tansiyonunun yükselmesine neden olmuştu. O heyecan içinde bu antipati, dış politika ve güvenlik gibi az biraz donanım, bilgi, teorik çerçeve, olaylara çok boyutlu bakma kapasitesi gerektiren konularda kamuoyu duygularının peşinde, biraz da yönlendirilerek sürüklenmişti. Dış politikada bu kadar duygusal kabarmalar ve gelgitler hele de bunların iç politika nedenleriyle kullanılması genelde hayırlı sonuçlanmaz.

        İşler o hale geldi ki, PYD konusunda ABD’den çok da farklı davranmayan, ambargoyu kısmen de olsa sürdüren, Türkiye’nin önüne çeşitli konularda engeller çıkaran Rusya, hiçbir şekilde eleştirilmez oldu. İki ülke arasındaki çıkar ilişkisinin yoğunluğu elbette kamuoyundaki ruh halinin böylesine şekillenmesinde yükselen Batı düşmanlığı kadar rol oynamıştır. Ne var ki iki ükenin pek çok konuda hiç de aynı bakış açısına sahip olmadıkları ortadadır. Üstelik görünen o ki Ankara-Moskova ilişkisi, Avrasyacılar ne hayal ederlerse etsinler, eşitler arası bir ilişki değildir. Olsaydı, Ermenistan’a ya da İran’a yerleştirilen S-300 füze sistemleri Türkiye’yi Yunanistan’dakiler kadar rahatsız ederdi

        Konu oraya gelmişken Yunanistan’daki S-300 füzelerinin Kıbrıs Rum Kesimi ile Türkiye arasında bir askeri çatışmaya kadar gidebilecek gerginliği önlemek için bulunan bir çare nedeniyle Girit’e konuşlandırıldığını ve NATO’nun sistemlerine entegre olmadıklarını da hatırlamak gerekir.

        Egeli’nin makalesi daha önceki Çin füzesi pazarlıklarının da Batı’dan gelen tepkilerden çok, Çin’in teknoloji transferi konusunda somut ve bağlayıcı teklifler yapmaması nedeniyle sona erdiğini belirtiyor. Benzer bir durum S-400 alımında da söz konusu. Nitekim Egeli, “Türkiye’nin yerli hava/füze savunma sistemlerinin Avrupa ile birlikte geliştirilmesine yönelik anlaşmanın imzalandığı Milli Savunma Bakanı’nca açıklandı” hatırlatmasını da yapıyor: “Bunun açık ve net anlamı, Türkiye’nin teknolojik ve endüstriyel beklentilerini tatmin eden teklifin Çin’den veya Rusya’dan değil, Avrupa’dan gelmiş ve kabul görmüş olduğudur.” Bu durumda Türkiye kısa vadedeki bir ihtiyacını karşılamak amacıyla Rusya’dan S-400’leri alacak ve bu sayede de Batılı müttefiklere siyasi mesaj vererek bir taşla iki kuş vuracaktır. Durum bu olduğuna göre, Türkiye’de S-400’ler etrafında dönen tartışmanın büyükçe bir bölümü anlamsızdır. Hatta tartışmanın bir meydan okuma havasında sürmesi, NATO’nun kötülenmesi, Washington ile Suriye’de yaşanan derin anlaşmazlığın yarattığı öfkeyle inatlaşmaya gidiliyor görüntüsü verilmesi, ABD ile ilişkilerin de iyice gerginleşmesine yol açıyor. Bu bağlamda ABD Savunma Bakanı Mattis’in ziyaretinin içeriği önem taşıyor. Eğer Egeli’nin yazısında iddia ettiği gibi, “en azından kısa ve orta vadede Türkiye’nin füze savunması için NATO’dan başka tutunabileceği dalın ve yaratabileceği ikinci bir seçeneğin olmadığı” gerçekse, kısa vadede siyasi ve stratejik ilişkileri zehirlemenin de anlamı yoktur. Ancak ABD dış politikası sarhoş yalpalamasına benzer şekilde giderken ve ülkenin stratejik yönü tartışmaya açılmışken dünya ve Türkiye yeni gerçeklere uygun manevraları yapmak zorundadır. Akılla, sükûnetle ve bilgiyle tartışmaya açılması gereken asıl mesele de budur.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar