Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son dönemde katıldığım ve yalnızca Batılıların bulunmadığı toplantılarda edindiğim izlenim, Türkiye’nin uluslararası sistem içinde hayli zemin kaybettiği yönünde. En azından ülkenin iddialarıyla yapabildikleri arasındaki farkın ayyuka çıkması nedeniyle Türkiye’nin stratejisinin ne olduğunun sorgulandığı bir döneme girdik.

        Hükümete yakın, ciddiye alınabilecek yazarların serdettikleri görüşlerde ve genelde ortalığa hâkim kılınan havada ise dış politikanın başarısı ve stratejinin inceliği vurgulanıyor. Bu türden yazı ve yorumlar Türkiye’nin giderek daha dar bir alana hapsolduğunu kabullenmek bir yana, hem usta işi bir siyaset izlediğine hem de özellikle Suriye’de hâlâ önemli kozları elinde bulundurduğuna işaret ediyorlar. ABD ve Rusya’nın alenen ve Türkiye’nin uyarılarını pek de dikkate aldıkları izlenimiyle PYD/ YPG’ye yönelik desteğine karşı, Ankara’nın elinde yerel unsurlarla ilişkisinden kaynaklanan bir güç bulunduğunu iddia edebiliyorlar. Bundan kasıt sahadaki Sünni, bir kısmı da cihatçı unsurları manivela olarak kullanmaksa eğer, geçen dönemin deneyiminden ve özellikle Fırat Kalkanı’nın tıkanıp kalmasından hiçbir ders alınmadığı da ortaya çıkıyor. Alternatif gerçeklik üzerinden analiz dedikleri bu olsa gerek.

        HAYLİ İDDİALI BİR HEDEF

        Türkiye’nin halihazırdaki durumunu pek de gerçekçi sayılmayacak bir şekilde değerlendirmenin yaygın bir alışkanlık olduğu anlaşılıyor. Hürriyet Gazetesi’nden Murat Yetkin’in bir grup danışmanla görüştükten sonra aktardığı izlenimleri bu saptamayı doğrular nitelikte. Yetkin’in aktardığına göre, danışmanlar Türkiye’nin yeni kurulacak çok kutuplu dünya düzeninde kutuplardan birisi olabileceğine inanıyorlar.

        Buna göre, “Referandumda ‘Evet’ çıkması ve devamında atılacak yeni adımlarla ‘güçlü devlet’ inşa edilebilmesi halinde, Türkiye o çok kutuplu dünyada ‘sadece İslam dünyasıyla sınırlı olmayan, mazlum milletlerin’ kutbu, sesi olabilir”. Rusya karşısında sürekli alttan almak zorunda kalan, bu ülkenin AB ve NATO’yu bölmek ve zayıflatmak hedefinin bir aracı haline gelirken hoşnutsuzluğunu dile getiremeyen; sesini duyurmak istediği, kaygılarını paylaşmasını istediği ABD’den de yeterince karşılık göremeyen; en büyük ekonomik ortağı AB ile ilişkileri giderek sorunlu hale gelen; yakın komşularından içişlerine karıştığı eleştirisiyle tepki çeken; Arap dünyasında eski etkisi kalmamış gözüken bir ülke için bu hedef hayli iddialı sayılmalı.

        TÜRKİYE’NİN NASIRINA BASIYORLAR

        Öncelikle hayatın şu gerçeğini kabul etmek gerekir ki dünya sisteminde bir “kutup” olabilmek için hatırı sayılır bir maddi gücünüz olmalıdır. Dünyaya sunacağınız bir güçlü mesajınız, ekonominiz, başarınızın bulunması cazibenizi artırır. BM Güvenlik Konseyi’ne ilk turda yüksek oyla seçilen Türkiye o cazibeye sahipti. Kendisiyle de barışıktı. Bugünkü gerçeklik hayli farklı bir tablo çıkarıyor ortaya. Türkiye’nin imkânlarının, kaynaklarının, güç ve kapasitesinin nesnel bir değerlendirmesi bu iddiaların altının kolay doldurulamayacağını gösteriyor.

        Uluslararası sistemdeki derinleşen yalnızlık ve hedeflere ulaşmada çekilen zorluk, bir yanıyla Türk dış politikasının fazlasıyla iç politika tarafından rehin alınmasından kaynaklanıyor. İşin kötüsü, dostlar da düşmanlar da bu durumu berrak bir şekilde görüyorlar. Nasırımıza basmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Diplomasinin devreden çıkması ve iç politika-dış politika arasındaki muhafaza edilmesi gereken sınırların erimesiyle aslında Türkiye kendisini savunmasız da bırakıyor.

        Üstelik ülkenin dünyadaki, bölgedeki bu olumsuz durumu siyasal, kültürel ve toplumsal anlamda bölündüğü, birleştirici bir söylemden, simgelerden mahrum bırakıldığı bir ortamda şekilleniyor. Bu tablodan “kutup” çıkarmak bu nedenle pek gerçekle- şebilecek bir hedef gibi durmuyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar