Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün Avrupa Birliği’nin kuruluşuna giden yolda atılan en önemli adımlardan birisinin 60. yıldönümüydü. Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg birlikte Roma Antlaşması’nı imzalayarak yaşlı ve tarihi kanlı kıtayı yeni bir rotaya oturtmuşlardı. Öncelikle bir ekonomik entegrasyon projesi olarak şekillenen Avrupa Ekonomik Topluluğu giderek önce Avrupa Topluluğu, ardından da Avrupa Birliği’ne evrildi. 1973’ten sonra dalgalar halinde yeni üyeleri bünyesine alarak büyüdü. Ekonomik entegrasyon projesi özündeki siyasal birlik projesini hayata geçirecek şekilde kurumsallaştı.

        Üye sayısını 28’e çıkaran son genişlemenin sindirimi Birlik açısından hayli zor oldu. Birlik rotasını kaybetti. Sorunlarını kolay çözemez hale geldi. Bundan 28 yıl önce tüm dünya açısından tarihsel önemde bir barış ve refah projesi diye görülürken bugünlerde küresel siyasette yarattığı boşluk nedeniyle bir sorunlar merkezi diye görülür hale geldi. Kendi içindeki bölünmeler karar alınmasını zorlaştırırken, AB üyesi ülkelerde projeye duyulan güven yerlerde sürünmeye, AB karşıtlığı üzerinden siyaset yapan popülist partilerin desteği ise artmaya başladı.

        AB’ye giden yolda 1950’lerin başından itibaren atılan her adıma destek veren ABD’nin bugünkü başkanı ve ekibi AB’nin varlığından rahatsız. Rusya, kendi çıkarını AB’yi zayıflatmakta görüyor ve bu amaçla üye ülkelerin içinde kendisine yakın bulduğu unsurları destekliyor. 2008 yılında patlayan ekonomik kriz, özellikle Yunanistan’ın borç problemi ve son üç yıla damgasını vuran mülteci krizi üyeleri birbirine bağlayan “dayanışma” duygusunun çok zayıf olduğunu dosta düşmana gösterdi. Tüm bunların sonucunda AB’nin cenaze namazını kılmaya hazırlananların sayısı da arttı.

        Avrupa Birliği bir Soğuk Savaş projesiydi. Batı ittifakının Avrupa ayağının da güçlü olmasını, Almanya’nın normalleşmesinin sağlanmasını, Avrupa kıtasının batısında yeniden savaş ihtimalinin devre dışı kalmasını amaçlıyordu. Ne var ki Roma Antlaşması ile dev bir adım atılırken, bu adımın imzacıları nereye götüreceği de aslında belli değildi. Geriye dönüp bakıldığında Avrupa Birliği projesinin Almanya-Fransa ekseni üzerine kurulduğunu, aralarında bir iş bölümü olduğunu ve Fransa’nın siyasi önderliği Soğuk Savaş bitene kadar yaptığını, Almanya’nın da topluluğun ekonomik dinamosu olarak faturaları ödediğini söylüyoruz.

        Ancak başlangıçta bile iki büyük ortağın projeye bakışları stratejik açıdan çok farklıydı. Fransa Avrupa projesinde kendi ulusal çıkarlarını koruyabileceği ve ABD’nin gölgesinden kurtulabileceği bir oluşum görüyordu. Almanya ise tersine tüm benliğiyle Atlantikçi bir bakışa sahipti ve bu şekilde ulusal birliğini yeniden kurabilmeyi de umuyordu. Soğuk Savaş bitene kadar bu farklılıklara rağmen işbölümü devam etti. Soğuk Savaş bitip Almanya birleşince siyasal/stratejik ağırlık Almanya’ya doğru kaydı. Gene de Fransa, Almanya’nın sonradan büyük dertlere yol açacak ortak para birimi Euro’yu kabullenmesini sağlayarak ekonomik dev olan tarihsel hasmını dizginlemeye çalıştı. Gene de bir zamanların imparatorluk başkenti Berlin sadece yeni Almanya’nın değil Avrupa’nın da başkenti oldu.

        Almanya kendi tarihinden çıkardığı dersler nedeniyle siyasal-stratejik liderliği yüklenmeye hevesli değildi. Fransa siyasal açıdan zayıfladıkça Britanya, Almanya açısından en önemli partner haline geldi. Hem ekonomik olarak iki ülkenin yaklaşımları benzeşiyordu hem de Berlin, Londra’nın Washington’a yakınlığını kıta Avrupa’sında kendi dengesini bulabilmek için önemsiyordu.

        Brexit kararı bu dengeleri altüst etti. Almanya bir kez daha Fransa ile birlikte AB’nin yeni tasarımını şekillendirmek zorunda. Bu nedenle Fransa’daki seçimler AB açısından yeni bir başlangıcın mümkün olup olmadığını da belirleyecek.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar