Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Laiklik Türkiye’nin rejimiyle ilgili en keskin meseledir. Gerçi Türkiye’deki laikliğin uygulamada ne derece laik olduğu sorgulanmaya açıktır. Önümüzdeki dönemin siyasal yapısı, devlet felsefesi, toplumun benimseyeceği değerler, toplumsal yaşantının hangi etik temellere oturacağı, dünyayla ilişkilerin nasıl kurulacağı fasılları bu tartışmanın yörüngesinde gelişecektir. Geçtiğimiz yılların gündeme taşıdığı işaretler, bu konularda ciddi bir çatışma olacağı yönündedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliği üzerinde büyük bir mücadele ya da en azından çekişme söz konusudur.

        Devrimle şekillenmiş ancak kendisini yenileyemediği için fena halde tükenmiş Cumhuriyet düzeni, 2002’de restorasyon için muhtaç kaldığı bir siyasi hareketin elindedir. Bu siyasi hareketin ideolojik kökenleri Cumhuriyet projesine, onun toplumsal normlarına ve dünya algısına karşı öfke yüklü bir itirazın ürünüdür. Bu durumda “Cumhuriyet’in toplumsal alandaki kazanımları, ülkenin gelecek tasavvuru bir başka devrimle değişecek midir?” sorusu gündemdedir? Üstelik Cumhuriyet’in kuruluşunda tüm dünyanın örnek aldığı Batı dünyası krizdedir. Gerçi İslam dünyasının ahlaki olan dahil, hayata dair tüm alanlardaki krizi daha derindir.

        Aslında şimdi, “İran’laşır mıyız?” sorusunu sormanın bir anlamı vardır. Bu ülke, son 13 yılda kimileri farkına varmasalar ya da hoşlanmadıkları için görmezden gelmek isteseler bile bir devrim yaşadı. Devrim kavramının en basit tanımı “siyasal iktidarın toplumsal tabanının değişmesidir”. Türkiye’de siyasal iktidarın toplumsal tabanı değişti. İktidar partisi, kendisini zirvede tutan bir toplumsal koalisyon oluşturdu. Devlet imkânlarını da kullanarak bunun sürekliliğini sağladı.

        Yönetici kadrolar değişti. Bir zamanların Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki “Kızıl olması uzman olmasından evladır” ilkesi, kızılın yerine yeşil konularak burada da temel düstur haline geldi. Karşısında engelleyici bir siyasal hareket bulmamanın rahatlığıyla şimdi kendisini ideolojik tahkime adıyor. Aslında bir taraftan da topluma söyleyecek yeni bir sözü olmamasının yarattığı sıkıntıyı buram buram hissediyor. Yeni seçkinlerin aklı başında olanları da durumun vahametinin farkında. Ne var ki devrim zaten kendi çocuklarını yemiştir.

        Bu dönemde İslami ideolojinin toplumun her köşesine yayılmasını sağlayacak kurumlar büyüdü. Eğitim sistemi değiştirildi. Ülkedeki düşünsel birikimin karşısına dini referanslara yaslanan bir söylemle çıkıldı. Sermayenin büyümesinde dinsel bağlantılar ya da dindarlık görüntüsü etkili oldu.

        İktidar partisinin kurduğu iktidar bloku, ilk dönemlerdeki yumuşatıcı unsurları silkeledi. Tüm devrimlerde yaşandığı gibi devlet güçlendirildi, yeni kadrolar da devleti kucakladı. Ne var ki Türkiye örneğinde devletin şiddet potansiyeli artarken, 21. yüzyıl için gerekli becerileri kurumların tarumar edilmesiyle azalıyor. Artık devlet gücüne, erklerin itaatı ve yoksullarla yeni orta sınıfların maddi hırs ve korkularının kabarttığı bir toplumsal dalgaya yaslanılıyor. Hukuk, özgürlükler, çoğulculuk ve özerk kurumlar kayboluyor.

        Yaşayıp göreceğiz. Eğer laikliği toplumun çoğulculuğuyla barıştırmak isteyenler değil, olduğu kadarını bile ilga etmek isteyenler kazanırsa, Türkiye’yi acılı günler bekleyecektir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar