Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Londra-Washington

        Yurtdışından Türkiye’ye nasıl bakıldığını görmek genelde aydınlatıcı oluyor. Bazen ülke içindeki tartışmalarda nesnel durumun gerçeklikten hayli uzak şekilde değerlendirildiğini de görebiliyorsunuz. Gerçi bir dönem Türkiye’nin dış politika söylemi, iktisadi sicili, ülke olarak kimliği, dış politikadaki adımları ilgiyle izleniyor ve tartışılıyordu. Muhataplarınızla konuştuğunuzda neyi merak ettiklerini, bazı hamleleri kavramaya çalıştıklarını görüyordunuz. Konferanslarda dış politika analizleri ve onlar kadar olmasa bile iç politikadaki gelişmelerle ilgili çözümlemeler büyük ilgi uyandırıyordu.

        İki başkentte bugün Türkiye’yi tartıştığınızda ortaya çıkan tablo hayli farklı. Son yılların dış politikası Türkiye’nin gücünün gerçek boyutları hakkında yapılan değerlendirmelerin niteliğini değiştirmiş. Bir zamanlar olduğu gibi Ankara’nın Ortadoğu’da etkili bir devlet olacağı beklentisi kimsede yok. Bunun da ötesinde Suriye’deki iç savaş başladıktan sonra izlenen politikalar Türkiye’nin dış politikasının temel hedefleri ve amaçları hakkında epeyce soru işareti biriktirmiş.

        Gerçi Batılı ülkelerin kendi dış politikalarının da ne ölçüde tutarlı, sonuç alıcı, enine boyuna düşünülmüş olduğu ayrıca çok tartışmalı. Gene de “Buralar benden sorulur” diyen bir Türkiye’nin kapasitesinin bu ihtirasları karşılayamayacağına iyice kanaat getirilmiş. Biraz da o nedenle ve İran ile yapılan anlaşmanın akabinde Suriye meselesini eskiden olduğu gibi boşlamak doğru olmayacağından (IŞ )İD odaklı bir askeri plan netleşti.

        Ancak (IŞ )İD’e yönelik askeri harekâtın bu örgütün tümden yok edilmesine mi yoksa elinde tuttuğu toprakların sınırlandırılmasına mı yönelik olduğu ancak önümüzdeki dönemde netlik kazanacaktır sanıyorum. Katıldığım konferanslardaki tartışmaların evrimi (IŞ)İD’in bir devlet kurma projesi olarak değerlendirilmesini giderek ön plana çıkarıyor.

        Bu tartışmalar bir noktada önde gelen ülkelerin karar vericilerinin gündemlerine de girecektir. Eğer gidişat bu yöndeyse o halde (IŞ )İD’e yönelik savaşın da yok etme amacından çok o devletin sınırlarını belirlemek amacıyla yapıldığını varsayabiliriz. Bir bakıma Suudi Arabistan’ın kuruluş dönemindeki İhvan’ın konumuna benzer bir durum ortaya çıkabilir.

        Ekonomik açıdan Türkiye’ye bakıldığında da sıradanlık aşikâr. Benzer tüm ülkelerdeki zaaflar burada da var ve önümüzdeki dönemde ekonomik kriz diğer “yükselen piyasalar”la birlikte burayı da vuracak. Bu bağlamda, ülke ekonomisini gözlemleyenler ve yatırım yapmayı düşünecek olanlar bir yandan neden yeniden seçime gidildiğine akıl erdiremiyorlar. Her ne kadar Türkiye demokrasisinin sağlığı onlar açısından pek önem taşımıyor olsa da gene de hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesinden rahatsız gözüküyorlar.

        İç politikada ise Türkiye’nin başka ülkelere model olarak gösterildiği günler epeydir geride kaldı. İşin asıl dikkat edilecek tarafı Türkiye’deki demokrasinin niteliğinin ya da ülkedeki otoriterleşmenin artık kimselerin umurunda olmaması. Özellikle 7 Haziran’dan sonra muhalefetin gösterdiği beceriksizliği herkes kayda geçirmiş. PKK ile savaşın yeniden başlamasından kaygı duyuluyor. Ancak İncirlik’in açılmış olması tüm bu kaygıları bastıracak önemde.

        Tabii bu tutumun anlamı hoş değil. Zira Türkiye’yi yalnızca coğrafyası nedeniyle önem taşıyan, başkalarının hesaplarının içinde yer almayı kabullendiği ölçüde muteber olabilen bir ülke konumuna indirgiyor. Son olarak da şunu eklemek gerekir. PYD belli ki kalıcı bir unsur olarak geleceğin muhtemelen bölünmüş veya ademimerkeziyetçi Suriye gerçeğinde yerini alacak. PKK’nın durumu ise son patlayan savaşın hangi denge noktasında biteceğine bağlı olacak gibi.

        Önümüzde zorlu 2 ay var. Bataryaları doldurmak için izninizle yazılara bir süre ara veriyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar