Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DIŞ politikada Türkiye’nin kendini derin ve Avrupalı bir güvenlik bürokratının deyimiyle “tehlikeli” bir yalnızlık içinde bulduğuna inanan çok. Bu konumda insanı rahatsız eden en önemli unsurlardan birisiyse gereksizliği. Türkiye’yi yönetenler dünya ile kurdukları ilişkiyi, İslam inancının çok önem verdiği tevazu ilkesi çerçevesinde yürütmeyi becerselerdi bugünkü tablo ortaya çıkmazdı. Tevazu eksikliği ve bunun sonuçları konusu yalnızca yöneticilerin dünya ile kurdukları ilişkilerde ortaya çıkmıyor. Tersine hem dünya hem de iç kamuoyuyla boyutları insana şaşkınlık veren bir kibirle ilişki kuruluyor.

        O kibrin yanıltıcılığı da bir dönemin dünyadaki parlak yıldızını, Ortadoğu’nun damgasını yemiş, coğrafyası dışında katacağı fazla bir şey kalmamış, kendi Cumhuriyet tarihinin kazanımlarını dışlayacak kadar ideolojik körlükle malul, vasat bir ülke konumuna getiriyor. İktidar sahiplerinin kendi çevrelerinin sesi dışında tüm seslere giderek daha kapalı hale gelmelerinin de arkasında yatıyor.

        Dünyanın “soykırımcı” diye bildiği bir lidere şu ya da bu gerekçeyle kucak açmış bir ülkenin yöneticilerinin Mısır ile ilgili ettikleri her sözü tartmalarında yarar vardı. Zira söylediğiniz sözün ağırlık taşıyabilmesi için Sudanlı despotun bu denli yakını olmamanız gerektiği gibi, yanınıza çekmek istediklerinize de daha sakin bir dille yaklaşmanız gerekirdi. Kendinizi dünyanın en tepesine bir ahlak şahikası olarak yerleştirip dış politika dilinizi ona göre kurgularsanız, ister istemez sizin kendi sıkıntılarınız ve tam da eleştirdiğiniz noktalardaki zaaflarınız birilerince gündeme getirilir. İkiyüzlülük damgasını yiyebilirsiniz.

        Bu sıkıntının en çarpıcı şekilde gündeme geldiği konulardan birisi Mısır’daki yeni yönetim. Belki bilmek istersiniz, iktidarın ve ona yakın çevrelerin büyük bir arzu ve şehvetle “Yeni” Türkiye’den bahsettikleri gibi Mısır’da Sisi yönetimi de “Yeni” Mısır’dan dem vuruyor. Bu yeni Mısır’ın ne kadar yeni olduğu ise sorguya açık. En basitinden 2013 Temmuz’undaki darbeden beri Mısır zindanlarında çürüyenlerin sayısı 16 bin. Bunların kahir ekseriyeti Müslüman Kardeşler olsa da aralarında Ahmet Mahir gibi, Tahrir’in önde gelen hareketlerinden 6 Nisan’ın kurucusu da var. Mübarek rejiminin daha katısı Suudi Arabistan’ın müthiş mali desteğiyle kuruluyor.

        Sisi darbeyi yapar yapmaz Rabia Meydanı’nda bir katliam gerçekleştirmişti. Yaptığı, Müslüman Kardeşler ve destekçilerine gözdağı vermek ve baş kaldırmanın bedelinin çok ağır olacağını göstermekti. İktidar yandaşlarına bir türlü beğendirilemeyen Batı dünyasının, saygın kurumlarından İnsan Hakları Derneği bu konuda ayrıntılarla dolu Mısır’daki yeni-eski rejimin siciline ağır eleştiriler yönelten bir raporu daha henüz yayınladı. Bu raporda “Rabia katliamı yakın dönemin en feci kitle kıyımlarından biri” diye tanımlanıyor.

        Tam da bunları dert etmiş ve dile getirmiş Türkiye’nin bu konularda söyledikleri neden havada kalıyor? Ortadoğu denklemindeki yeni gelişmelerde Türkiye’nin kapısını niye kimse çalıp fikrini sormuyor? İç politikada yürek serinletse de dışarıda sonuç vermeyen, gerek bölge gerek dünya sisteminde tersine itici bulunan saldırgan üslup nedeniyle.

        Sonuçta kimse oturduğu yerden istiskale, sert ve hakaretamiz sözlere maruz kalmak istemiyor. Bunun da ötesinde Müslüman Kardeşler ile kurulan yakın ilişki ve bu ilişkideki ideolojik bağa gösterilen ve daha geniş bölgesel siyaset gerekliliklerini ve ulusal çıkarları hiçe sayan, sadakat Türkiye’nin bölgedeki oyun içinden çıkarılması sonucunu da verdi.

        Yani gelinen noktada Türkiye, Batı dünyasından koparken iddialı olduğu Ortadoğu denkleminde de etkili bir aktör olma imkânlarını büyük ölçüde yitirdi. “İç politikada prim yapmak uğruna bunca kayba değer miydi?” diye sormak gerekir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar