Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN pazar sabahı öyle bir fırtına ve dalga vardı ki Çeşme’de bırakın ayakta durmayı oturduğumuz yerde bile zor duruyorduk Arkas Aegean Link Regatta yelken yarışlarının finalini izlediğimiz teknede.

        Eminim o şartlarda tekneden inip karada bir yerlerde olmayı tercih eden tek kişi ben değildim.

        Niye mi inmedik? Çünkü Arkas Holding’in kurucusu Lucien Arkas ve oğlu Bernard Arkas’ın sohbetinin çekim alanı- na girmiştik her zaman olduğu gibi.

        Hayata dair Lucien Bey’in anlattıklarını bir kenara bırakıp Bernard Bey’in yelkene dair anlattıklarından birkaç örnek vereyim size.

        Ne yazık ki üç tarafı denizlerle çevrili bir coğrafyada yaşamamıza rağmen deniz ve su sporlarıyla ilgili bir toplum olmadığımızı biliyordum ama bu kadarını bilmiyordum.

        ‘YELKENCİYE KIZ BİLE VERMEZLER’

        Toprağı zengin coğrafyalarda denizle pek ilgilenilmezmiş. Deniz ürkütücü ve tehlikeli gelirmiş toprağından doyabilen toplumlara. Yunanistan ve Portekiz gibi ülkeler toprak fakiri olduğundan denize açılmışlar ve denizcilik / balıkçılık gibi alanlarda bu yüzden gelişmişler.

        Bizde de keza aynıymış. “Yelkenden geçinen birini zor görürsünüz Türkiye’de” diyor Bernard Bey.

        Çünkü iş olarak görülmezmiş. “Büyük başarılara imza atmış 16-17 yaşlarında gençlere rastlarsınız ama 20 yaşındakine asla” diyor. Okulu bitince hayata atılmak ve para kazanmak için yelkeni bırakırmış gençler.

        Kız bile vermezlermiş ‘yelkenciyim’ diyene. Dolayısıyla uluslararası arenada başarı- sız, hatta yok olmamamızın arkasında bu tip temel nedenler yatarmış.

        Ayrıca yelken yokluk ve eziyet sporu olarak görülürmüş. Bir zamanların Türkiye’sinde imkânlar ve tedarikler kısıtlı olduğundan böyle bir imajı olmuş yelkenin.

        Geçmişte yabancılara birkaç şişe rakı verip, ip ve balon gibi malzemeler aldıkları bile olurmuş.

        Şimdi bu olumsuz algıyı iyileştirmeye ve değiştirmeye büyük çaba harcıyorlar Arkas Holding olarak.

        Kendi kurumlarında sabah 8 akşam 5 çalışan bir memuriyet düzenine sokmuşlar yelkenciliği. Rüzgârları bol olsun!

        REMOS'UN KULÜBÜNDEN ARADILAR

        Pazartesi günü yazmıştım Çeşme’deki Spaggia Grande adlı mekânda sahne alan Yunanlı şarkıcı Antonis Remos’u izlemenin fahiş bedelini.

        Mekândan aradılar dün.

        Bende yalan yok.

        Olay aynen şöyle oldu.

        Radyo reklamlarında verilen numarayı Remos gelmeden bir hafta önce aradım ve “Ön localar 25 bin TL” cevabını aldım.

        Ne olur ne olmaz diye yazımı yazarken tekrar arayıp yine sordum fiyatları. Bir evvelki konuşmamızdaki fiyatlar üzerinden 1-2 bin TL indirim yaptıklarını öğrendim.

        Hatta bunu da belirtmiştim yazımda.

        Şimdi bana “Senin 25 bin yazdığın localar 20 bin TL’ydi ve 15-20 kişilikti, size yanlış bilgi verilmiş” dediler.

        Vermeselerdi o zaman.

        Spaggia Grande’nin sahibi Ozan Balaban da, iletişimini yöneten Banu Birkan da çok sevdiğim dostlarımdır.

        Benim sansasyon peşinde olmadığımı gayet iyi bilirler. O yüzden telefonda yanlış bir bilgilendirilme yapıldığına dair herhangi bir şüpheleri yok. Yine de bu tip organizasyonlarda böyle fiyatlar belirlenmese daha iyi olmaz mı?

        Baksanıza Remos konserinin fiyatı konserden çok konuşuluyor.

        KIZMAYALIM, KABULLENELİM ALAÇATI'YI

        Herkes yerden yere vuruyor bu sene Alaçatı’yı. Ben bir değişiklik yapıp hiçbir şey söylemeyeceğim. Çünkü herkes överken ben zaten hep eleştirirdim Alaçatı’yı.

        “Alaçatı turizminin içi çok boş ve kof” diye, “Bu boşluk gastronomiyle ve sanatla doldurulmalı” diye adeta haykırdım...

        Kulak veren olmadı. Ne yazık ki hiçbiri layığıyla uygulanmayan karmakarışık konseptlerin kaotik merkezi oldu kasaba.

        Oysa Fransa’nın ünlü Saint Paul de Vince’i gibi her mevsim çekici ve cazip bir kasaba olabilirdi Alaçatı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar