Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Babamın masasında durmakta olan kitapların sıralamasına bakarak bana hayatın ne tür oyunlar oynayabileceğini tahmin edebiliyorum. Bu yüzden ona her gittiğimde ilk önce bu kitapları kontrol ederim. O ziyaretimin tonunun nasıl olacağını, o anda hangi kitap gözdeyse o belirler.

        Örneğin, o an seri katillerin hayatı üzerine bir kitap en üst sıradaysa ben ziyaretimi kısa keserim, bir an önce oradan ayrılırım. Veya hızlı öldüren zehirler üzerine bir çalışmayı okuyorsa, o ziyaretimde evde fazla bir şey yiyip içmemeye dikkat ederim.

        O kitabı kendisi için okuduğunu söyler, ama yıllardır bu bilgiyi kendine neden uygulamaz, bu da ayrıca sinir bozucu bir beklenti. Babam bana 50 yıl önce kendini yakında öldüreceğini söyledi.

        Tabii ki kolay ölüm yolları üzerine kitaplar okumaya başladı ve annem ile bana intiharın ne kadar doğru ve anlamlı bir şey olduğunu anlatmaya başladı.

        Düşünebiliyor musunuz, ben 50 yıldır babasının her an intihar edebileceğini düşünerek yaşamış bir insanım ve tabii ki bu durum şu anki tamamen delirmiş halime katkıda bulundu.

        Genellikle masasının üstünde Schopenhauer ve Nietzsche kitapları olur ve bunlar babamı daha da çekilmez hale dönüştürür. Çünkü adamda insan sevgisi neredeyse doğuştan yok. (Bu konuda birbirimize çok benziyoruz.) Bir de bu kitapları okuyunca sevgisizliği, saldırgan sevgisizliğe dönüşüyor.

        Yabancı sevimsiz insanların, (ki onun için her yabancı insan otomatikman sevimsizdir, en çok da ihtiyarları sevimsiz bulur) ona sevecen konuşmalarından hiç hoşlanmaz. Ve eğer Schopenhauer dönemindeyse, kendisine “Nasılsın beyamca” diye hitap eden bir kişi, hemen ardından, “Neden vurdun bana be beyamca” demek zorunda kalır.

        Nietzsche dönemindeyse eğer, yakın aile çevresinden de aynı şekilde hoşlanmamaya başlayabilir. Bundan torunu ve karım Rana muaf. Torunu açıklamaya gerek yok, karımdan ise korkuyor; çünkü haklı olarak onun kendisinden daha deli olduğunu düşünüyor.

        Durum böyle olunca babamın masasında bir süre önce en üst sırada “Çişin Mucizesi” adlı bir kitap görünce ne kadar paniklediğimi ve başıma neler gelebileceğini düşünerek nasıl da korktuğumu umarım tahmin edebilirsiniz.

        Nitekim son gittiğimde bana, “Oğlum bu gece dişim ağrıyor” dedi. Bu diş ağrısını 40 yaşından beri, yani 50 senedir rakıyı ağzında çalkalayarak iyileştirirdi ama bu defa kalkıp tuvalete gitti. Yarım saat sonra geldiğinde diş ağrısının tamamen iyileştiğini ve kendini çok iyi hissettiğini söyledi.

        Ben korkarak, “Ne yaptın ki?” diye sordum. “Bir kâğıdın üzerine küçük tuvaletimi yaptım, kâğıdı ağrıyan dişimin üstüne koydum ve ağrıyı şıp diye kesti” dedi. Ve küçük tuvaletin ilk ve son bölümünün değil, mutlaka orta bölümünün alınmasının çok önemli olduğunu da vurguladı.

        Kulağı ağrıdığında da bunu aynen uyguluyor. Yaralar için zaten eskiden beri bilinçli olarak kendi üzerine işerdi, bu şimdi bilimsel hale gelmiş durumda.

        “Peki diğer hastalıklar için ne yapıyorsun?” diye sorduğumda, henüz bunu içmeye başlamadığını, kitapta içerek kendini tedavi eden adamın fotoğrafına baktığında adamın renginden hoşlanmadığını, zira adamın koyu idrar renginde olduğunu söyledi.

        Babama, bu sözlerinin hayli ırkçılık içerdiğini ve o işi yapan adamın Hintli olduğunu belirttim. Babam, “Ne yapayım, ırkçı ise ırkçı” cevabını vermekle yetindi.

        Ben ise şu anda, “İyi ki birileri bir zamanlar ‘Büyük tuvaletin yararları’ konulu bir kitap yazmadı” diye şükrederek yaşıyorum. Düşünebiliyor musunuz, böyle bir kitap olsaydı ve babamın masa üstü kitabı haline gelseydi dünya bana nasıl da dar gelmeye başlardı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar