Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “KAMUSAL alanı”nı sekülerin tahakkümüne bırakmış olan Türkiye’de benim “öteki Türkiye” yazılarım (yıl 2001), hâkim ideolojide bir delik açmak girişimiydi.

        Bu bir gerilla yazarlık türüydü.

        Başarılı da oldu.

        Seküler orta sınıf küçük burjuvazinin görmezlikten gelmeye çalıştığı ve onlar yokmuş gibi davrandığı fakir inançlı çoğunlukla uzlaşmadan, onları kamusal alanın içine tamamen çekmeden Türkiye’nin sonunun geleceğine dair çığlığımı çok kişi duydu ve tartıştı o günlerde.

        Kendi yazımın gücünden etkilendiğimi de söyleyebilirsiniz ama ben özellikle o günlerden sonra kendim gibi olmayan, benden farklı olanı hep anlama ve onlarla kamusal alanı paylaşma yollarını bulma arayışı içinde oldum.

        Okuyucunun bilme hakkı olduğu için bilsin de öyle değerlendirsin diyerek hep tekrarlarım, “Benim inancım yoktur” demiştim.

        Buna rağmen hayatımın olgunluk döneminin çoğunu dindarları, hayatında inanca öncelik verenleri anlamak ve onlarla kamusal alanı paylaşma yollarını arayarak geçirdim.

        İktidara gelmeden çok önce AKP’ye ve Erdoğan’a destek vermem bu yüzdendir. Onların iktidarı süresince dindarla özel ilişkiler kurmam da aynı süreçtedir.

        Daima büyük filozof Jürgen Habermas’ın “Kendimizde eksik olanın farkında mıyız?” sorusu hayatımı yönlendirdi. Bu soruyu daima kendime sordum/soruyorum.

        İnanç benim hayatımın eksik yanıdır, ama inançlı insanların da hayatında eksik kalan birçok boyut olduğunun farkındayım ve belki de birbirlerimizi anlayarak yakınlaşırsak kamusal alanda sentezler oluşturabiliriz diye düşündüm/düşünüyorum.

        Ötekini anlamak ve tepkisel olmamak, bende bir nevi içgüdü haline geldiğinden bu ülkeyi tahakkümüne almış çeşitli kızgınlıkların bir parçası olamıyorum ne yazık ki. Hiçbir taraftan yana olmadığım gibi tam da sadece karşı da olamıyorum. Tek kişilik cemaat olarak yaşamayı kabul ettim çoktan.

        Her ideoloji, oluşmamış prematüre fikirlerden ibarettir. Belki ideolojilerde bir fikir vardır ama onlar henüz oluşmamış karşıtıyla diyalektiğini düşünüp sentezler oluşturarak olgunlaşmış fikir değil prematüre çocuk gibi, bir çocukluk hastalığı gibidir.

        Türkiye bugün bu tür prematüre ideolojilerle yönetiliyor. Preamatüre ideolojiyle muhalefetini yapıyor ve bu prematüre ortamda ortaya çıkan, çürümekte olan ve her gün hızla vasatlaşan, içten içe kokuşan sosyal ve siyasi yaşam...

        Yapılması gereken açıkça bende içgüdü halinde otomatikleşmiş “ötekini anlamak ve ona yaklaşmak” tavrını almaktır.

        Eğer bu karmaşadan, vasatlık cehenneminden çürümeden bir sentez çıkaracak, Türkiye’yi restore edeceksek yapmamız gereken, kendimizi zorlayarak da olsa karşıtlıklarımız dışına çıkıp ötekileri anlamak ve kendimizi gerçekten anlatmaya girişmektir.

        Ben böyle davranmaya çalışıyorum, tek kişilik cemaatimin mikro etki alanı içinde ve yine bu yüzden Tuğrul Türkeş’in yaptıklarına da destek veriyorum, onu anlıyorum ve “Ben de olsam aynı onun gibi davranırdım” diyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar