Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DERSHANE krizinin tırmandığı günlerdi. Taraflar hem tüm kozlarını teker teker ortaya sürüyor, hem de yaşananları AKP hükümeti ile Gülen Cemaati arasındaki (kaçınılmaz) savaşın önemli bir aşaması olarak tanımlayanları nifak sokmak ve fitne çıkarmakla suçluyordu. Cemaat hükümeti, başta basın özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlükler ve demokrasi olmak üzere temel konularda silkeliyor, fakat aynı konulardaki geçmiş sicilinin hatırlatılmasına da tahammül edemiyordu.

        Bu tutumu “hesap vermeden hesap sorma” olarak gördüğüm için 8 Aralık günü, bu başlıkla bir yazı yazdım. Son paragrafı şöyleydi:

        “Gülen Cemaati içinde genç ve orta yaşlı kesimde özgürlükçü, demokratik ve sivil damarın bazılarını şaşırtacak ölçüde güçlü olduğunu gözleyen biriyim. Beklentim, dershane kriziyle birlikte tamamen değişen Türkiye atmosferinde bu yaklaşımın öne çıkması ve Cemaat’i, ülkedeki genel demokratikleşme mücadelesine taşımaları. Bunu yapmayıp esas olarak Türkiye’de ve dünyada giderek yükselen Tayyip Erdoğan antipatisine güvenerek bu süreci demokrasi değil de iktidar mücadelesi olarak görerek ve yakın geçmişte hiçbir şey olmamış gibi davranarak gidilebilecek fazla bir yol yok.”

        NİHAİ HEDEF ERDOĞAN’DI

        Cemaat’in tercihini ikinci seçenekten yana yaptığını 9 gün sonra, 17 Aralık yolsuzluk/rüşvet soruşturmasıyla gördük. Görünüşte hedef yolsuzlukla mücadeleydi, fakat Cemaat’in esas olarak siyasi bir karşı saldırıya geçmiş olduğu, nihai hedefinin de bizzat Erdoğan olduğu çok geçmeden anlaşıldı.

        Cemaat’in önde gelenleri üzerinde uzun süre çalışıldığı belli olan yolsuzluk/rüşvet iddialarının, yasal ve yasadışı dinleme kayıt stokunun ve sırasını bekleyen Selam/ Tevhid dosyasının cazibesine kapıldı. Sonuçta hem kendi güçlerini fazla, siyasi iktidarın (Erdoğan’ın) gücünü de yanlış hesapladıkları zamanla anlaşıldı.

        Halbuki Cemaat tercihini pekâlâ birinci seçenekten, yani kendisini ülkedeki genel demokrasi mücadelesinin bir parçası kılmaktan yana yapabilirdi. Bunun için, öncelikle şeffaflaşması, geçmişiyle samimi bir şekilde yüzleşmesi, toplumun demokrasi yanlısı kesimlerine yönelik dışlayıcı/ küçümseyici tavrından sıyrılması ve yolsuzluk/rüşvet soruşturmaları sürecinde kendisini geri planda tutması gerekiyordu. Yapmadı. Sonuçta gelinen nokta ortada.

        SİL BAŞTAN MÜMKÜN MÜ?

        Peki Cemaat için sil baştan yapma ihtimali var mı? Aslında teorik olarak önünün hâlâ epey açık olduğu söylenebilir. Zira siyasi iktidar, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu savaşta demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi değerleri çok umursamıyor. Bunu bir var kalma savaşı olarak görüyor ve üçüncü şahıslara “Ya bendensin ya onlardan” diyor. Tercihinizi Erdoğan’dan yana yaparsanız devlet nimetleri sizi bekliyor, Cemaat’i seçerseniz başınıza gelebilecek kötülüklere razı olmanız gerekiyor.

        Şayet Cemaat, Erdoğan’a karşı demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükleri çıkarabilse işin rengi değişebilirdi. Bunların lafını ediyor ama toplumu ikna etmesi pek mümkün olamıyor. Yani 14 Aralık sürecinde kendilerinden olmayan kesimlerden çok az destek görüyor olmalarını esas olarak “Erdoğan korkusu” ile açıklamaya çalışmaları inandırıcı değil. Her şey bir yana, bu ülkede Gezi direnişi yaşandı.

        Fethullah Gülen, devlet içindeki örgütlenmesinin en az hasarı görmesini sağlayabilmek için, genç ve orta yaşlı kesimlerinde öne çıkmış olan özgürlükçü, demokratik ve sivil damarın da enerjisini tüketti.

        Son bir yılda Cemaat içindeki parlak isimlerin çoğunun bu savaşla birlikte savrulup kötürümleşmesi Türkiye için de üzücü bir kayıptır.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar