Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YAŞAR Kemal, 28 Şubat 2015 günü aramızdan ayrıldı. Kendi deyimiyle “O iyi insanlar güzel atlara binip çekip gitti”. Yaşar Kemal, dünyanın hemen tüm otoriteleri tarafından gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biri olarak kabul ediliyordu.

        Nobel dışında edebiyat alanında dünyanın hemen tüm saygın edebiyat ödüllerini almış, kitapları yüzlerce dile çevrilmiş, milyonlarca insana ulaşmıştı. Bizim kuşak ve bizlerden sonraki birçok kuşak Yaşar Kemal’in romanlarıyla büyüdü. Siyasi görüşü ne olursa olsun, herkesin evinde bir Yaşar Kemal kitaplığı vardı. Yaşar Kemal’in son 10 yılı, önce doktor-hasta ilişkisiyle başlayan beraberliğimiz, sonra ağabey-kardeş dostluğuna dönüştü. Son 3 yılı o ailenin bir bireyi oldum. Sadece ünlü edebiyat insanı Yaşar Kemal’i değil, onun insan yönünü de tanıdım. Onunla beraber Ayşe Abla’yı (Ayşe Baban) tanıdım. Birçok ortak anılarımız oldu.

        Yaşar Kemal, bir dost sohbetinde “Fikir aklına gelince yazacaksın, sonra uçar gider” demiş. Üç yıl sonra düşündüm ki anılar uçup gidiyor, onları kâğıda dökmek gerek.

        ‘DOKTOR İNSÜLİN NE Kİ, YAZ GİTSİN’

        Yaşar Kemal ile yollarımız Harvard Üniversitesi’nden Umut Hoca’nın telefonuyla kesişti. Sağlık sorunlarıyla ilgili beni ziyaret etmek istiyordu. Mutlu olacağımı söyledim. 2006 Ağustos’unda eşi Ayşe Baban’la geldi ve o gün 10 yıllık dostluğun başlangıcı oldu.

        Adım onda doktordu, hep güler yüzlüydü, gür bir sesle espriler yapmayı severdi. Birkaç görüşmeden sonra artık hapların 30 yıllık diyabeti kontrol altına almadığını anlattım. Biraz da reddedilmekten çekinerek insüline başlamamız gerektiğini söyledim.

        Gülerek “Doktor, ben hapis yatmış adamım, insülin ne ki, yaz gereği neyse o olsun” dedi, arkasından da ekledi: “Ama sen önce Ayşe’ye anlat.”

        Başka insanlara kabul ettirmek için saatlerce dil döktüğümüz insülini tek bir cümleyle kabul etti ve yaşamının sonuna kadar tedaviyi aksatmadı. Diyabet tedavisinde tanıdığım en düzenli ve en hassas insanlardan birisiydi.

        KADEHTEKİ ŞALGAM

        Bir Adana mutfağı hayranından beklenmeyecek derecede diyetini titizlikle uygulardı. Beraber olduğumuz sürece öğünlerini, ara öğünlerini hiç aksatmadı. Çoğu zaman beni dostlarıyla birlikte olduğu akşam yemeklerine davet eder, orada çok sevdiği bir yemek için “Doktor, müsaade var mı?” diye sorar, gülümsediğimi görünce “Anlaşıldı, şunu kaldırın önümden” derdi.

        Yemeğin ortasında garsona “Bardağıma biraz şarap koyun” diye seslenir, garson önündeki şarap kadehini alır, mutfağa gider, doldurup önüne koyardı. Eşi, biz, çok yakın dostları bilirdi ki şarap kadehinde gelen şalgamdı. Yaşar Kemal alkol almazdı.

        Zülfü Livaneli, Umut Özcan, Ahmet Güneştekin o sofraların hatırlayabildiğim müdavimleriydi. Nâzım Hikmet’le, Abidin Dino’yla, Gorbaçov’la anılarını hep o sofralarda dinledim.

        ‘BENİ ERDAL’A GÖTÜR’

        Sanırım 2007 yılının ilk aylarıydı, Yaşar Kemal, Erdal İnönü’nün hekimi olduğumu biliyordu. Bir araya geldiğimizde sürekli Erdal Bey’in sağlığını sorardı. Bir gün Amerika’dan yurda döndüğünü söyledim. “Doktor, beni Erdal’a götür” dedi. Erdal Bey’e ziyaretimde konuyu açtım. Kemoterapiden kısa süre önce çıktığı günlerdi, buna rağmen “Buyursun gelsin” dedi.

        Bu ülkenin yetiştirdiği, en ince zekâlı, en yetenekli iki insan bir akşamüstü, İnönüler’in Anadoluhisarı’ndaki evinde bir araya geldi. Sevinç İnönü, Ayşe Baban ve ben, iki güzel insan arasındaki sohbeti sadece dinledik.

        Yaşar Kemal, sohbetin bir yerinde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki muhabirlik günlerini anlattı. Genç bir muhabir olarak İsmet İnönü’nün seçim gezilerini izliyor. İnönü’nün seçim gezileri çok gergin, sürekli olay çıkıyor.

        Yaşar Kemal, İnönü’nün konuşacağı kürsünün yoluna yaklaşıyor. Kürsünün altındaki arılar dikkatini çekiyor, yanaşıp kürsünün örtüsünü kaldırıyor. Kürsünün altına iki arı kovanı yerleştirilmiş, içinde yüzlerce arı. Amaç İnönü’ye suikast. Yaşar Kemal, hemen partilileri uyarıyor, İnönü kürsüye gelmeden kovanlar kaldırılıyor.

        Erdal Bey, hikâyeyi dinledikten sonra her zamanki kıvrak zekâsıyla espriyi patlattı. “Yaşar Bey, demek ki o zaman her şey organikmiş, suikastlar bile.”

        Erdal Bey’in evinde iki saate yakın bir sohbet oldu. Ayrılırken bu iki insan birbirlerini son defa gördüklerini muhtemelen bilmiyordu.

        EN KRİTİK KARAR

        Sanırım 2011 yılıydı, Yaşar Kemal’in rutin testlerinde bazı sorunlar çıktı. Hemen radyolog arkadaşımı aradım. Radyolojik tetkikler yaptılar, sevgili dostum Dr. Ateş Bey aradı, karaciğerde sorun gördüğünü söyledi.

        Uzun araştırma ve konsültasyonlardan sonra karar çıktı. Karaciğere bir işlem yapılması gerekiyordu, işlem çok riskliydi, o yapılmasa yaşam süresi çok sınırlıydı. Sonuçta ailenin kararı gerekiyordu. Konuyu Ayşe Baban’a açtık. Ayşe Abla bu kararı yakın dostlarıyla birlikte almanın daha doğru olacağına karar verdi.

        Yaşar Kemal’in en yakın dostlarını topladı. Alınan karar, 90’lı yaşlarda bir insana bu kadar önemli bir müdahalenin çok riskli olacağı, dokunulmamasının daha uygun olacağı yönündeydi.

        Ayşe Baban’a kendisinin ne düşündüğünü sordum. Dolu gözlerle, “Onu bu halde bırakmaya gönlüm razı olmuyor” dedi. Hekimler, konsültasyon heyeti olarak toplandık; aslında kelimelerle konuşmasak da oradaki hiç kimsenin bu güzel insanı kaderine bırakmaya gönlü razı değildi.

        Ayşe Baban’ın kararını uyguladık, başarılı bir operasyon oldu. Yaşar Kemal, imkânsız denilen bir hastalığın üstesinden geldi. Yaşar Kemal bu hastalığını biliyor muydu? Bence bal gibi biliyordu, hiçbir zaman sormadı, belki bizi yalan söylemeye zorlamak istemedi. Ama bir cümlesini asla unutmam; röntgen filmi için masada yatıyor, yanına gittim. “Doktor, beni ilaçsız bırakmayın ha” diye seslendi. Bırakmayız Yaşar Ağabey, gönlün rahat olsun dedim.

        Hastalığıyla ilgili uzun tedavi sürecinde ne önerildiyse itiraz etmedi.

        YAŞAR KEMAL ILE AYŞE BABAN AŞKI

        TEDAVİDEN sonra Yaşar Kemal, üç yıldan fazla bir süre yaşadı. Bu hastalığı yaşam sürecini kısaltmadı. 10 yıldan fazla dostluğumuzda beni en çok etkileyen şey Yaşar Kemal-Ayşe Baban’ın aşkıdır. Birbirlerinden hiç ayrılmadılar.

        Yaşar Kemal’in son yılında büyük çabayla, emekle, kavgayla dolu dolu geçirdiği 90 yılın yorgunluğu başladı. Sağlık sorunları arttı, uzun hastane günlerinde birkaç sanatçı dostu dışında yanında Ayşe Baban, yeğeni Sadık Bey ve vefakâr eşi kaldı. Bugün “Yakın ailem” diyen kimselerin hiçbiri yoktu.

        Ayşe Baban aylarca hastanede yanı başında kaldı, sağlığı düzelince yüzü güldü, bozulmaya başlayınca hüzünlendi. Yaşar Kemal’in her kendine gelişte ilk sözü, “Ayşe neredesin?” oldu. 2015 Şubat’ının son günlerinden biri... Yoğun bakım servisi dolu ama servise müthiş bir sessizlik hâkimdi. Her sabah olduğu gibi salona girer girmez gözlerim yatağında sessiz yatan dev adamı, Yaşar Kemal’i aradı. Yoğun bakımda yatan dev adamın yanı başında saçları kırlaşmış bir kadın, Ayşe Baban duruyordu. Dev adamın elini öpüyor, saçlarını okşuyordu. Biraz yakınlaşınca gördüm ki, kır saçlı kadın ağlıyordu.

        Yaşamımda beni en çok duygulandıran, en hüzünlendiren sessiz bir veda töreniydi. Birkaç gün sonra o dev iyi insan, bu dünyadan ayrıldı. Bence yakın dostları, arkadaşları, basın, medya olarak herkesin Ayşe Baban’a bir özür borcu var. Onun hak ettiği yer çok daha iyi bir yer olmalıydı.

        Şimdi Yaşar Kemal, Ayşe Baban’ın kurduğu vakıfla yaşıyor. Gelecek kuşakların, Anadolu’dan bir köy çocuğu olarak çıkıp dünyanın en büyük nişanlarını ve ödüllerini almış bu güzel insanın yaşam öyküsünden öğreneceği çok şey var.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar