Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yapay zekâ neredeyse insan beyin fonksiyonlarını yakaladı. Artık düşünen, sentez yapan ve insan gibi duyguları olan yapay zekâ robotları günlük hayatımızda yer almaya başladı. Bu çalışmalar bir taraftan hayatımızı kolaylaştırıyor, diğer yandan gelecek içinde giderek kontrolsüz güç oluşturabileceği konusunda soru işaretleri oluşturuyor.

        Ancak asıl tehlike, insan beyni cephesinde oluyor. Yapılan araştırmalar, çok uzun süre bilgisayarla çalışan insanların beyninin makineleştiğini ve bilgisayar davranışlarından etkilendiğini, duygularının yok olduğunu gösteriyor. İlk başta çok fazla önemsenmese de artık yeni bir kuşak geliyor. İnsana benzeyen makineler mi, makineye benzeyen insanlar mı daha büyük tehlike oluşturuyor, bu konuyu incelemeyi planladık.

        SÜPER BİLGİSAYARLARIN EVRİMİ

        Ünlü fizik profesörü Stephen Hawking, insanlığın geleceğiyle ilgili çok önemli bir uyarı yaptı: “Güçlü bir yapay zekânın yükselişi, insanlığın başına gelen en iyi ya da en kötü durum olabilir, bugün ne yazık ki hangisinin olacağını bilemiyoruz.”

        Cambridge Üniversitesi’nin yapay zekâ araştırma merkezinin açılışındaki konuşmasında diyor ki Hawking: “Son derece yavaş bir biyolojik gelişimi olan insan beyninin, bilgileri ve duyguları sentez yeteneğine ulaşmış bir yapay zekâ programıyla uğraşması neredeyse imkânsız.” Bir süper bilgisayar, bir insan beyninin uzun sürede hesaplayamayacağı 8 haneli bir sayının karekökünü birkaç milisaniyede hesaplayabiliyor, bunun yanında satrançta da rakibini yenebiliyordu.

        Yapay zekânın öncüsü süper bilgisayar ile insan beyni ilk kez 1997 yılında karşı karşıya geldi ve 20 yıl önce süper bilgisayar satrançta dünya şampiyonu Kasparov’u mağlup etti. Bu yıllarda insanlar mı, bilgisayar mı daha üstün konusunda bir tartışma yoktu; çünkü insanların duyguları vardı, bilgisayarların yoktu.

        DUYGUSAL YAPAY ZEKÂ MÜMKÜN MÜ?

        Ancak ilerleyen yıllarda “yapay zekâ” programı üzerine çalışmalar başladı. İlk hedef, problemler karşısında sentez yapabilen, karar verebilen ve programı otonom çalışabilen bir yapay zekâ yaratmaktı. Bu programın yüklendiği bir robot emir alacak, verilen emri yerine getirirken kendi başına otonom kararlar verecek ve görevi hatasız tamamlayacak.

        Otomobilinize bindiğinizde size gerek olmadan otomobili çalıştırıp sizi verdiğiniz adrese bırakacak bir sanal sürücü olacak ya da bir sağlık sorununuz olduğunda şikâyetlerinizi dinleyip tetkiklerinizi isteyecek, bunları değerlendirecek, radyolojik grafikleri okuyup teşhis koyacak ve ilacınızı verecek bir sanal doktor veya stresli anınızda sizinle sohbet edecek bir dost.

        Bu noktadan bir adım ötesi, bir yapay zekânın insan duygularına sahip olup olamayacağı konusu.

        İki farklı düşünce var bu konuda. Birinci grup, yapay zekânın insana benzer duygularının olamayacağı, duyguların gerçekte programlanmış ve öğretilmiş duygular olabileceğini düşünüyor. Örneğin “aptal” denilince üzülmesi programlanmış bir yapay zekânın, iyi anlamda ya da komiklik olarak yapılmış bir espriyi ayırt etme yeteneğinin olmayacağını söylüyorlar. İkinci grup ise insan beynindeki nöronlar ve sinapsların birçok davranışı beyin korteksinden bağımsız ve otonom yaptığını, yapay zekânın da nöronlar arası bu bağlantı gibi mevcut veriler ve deneyimlerle öğretilmiş duygulardan bağımsız olarak kendi duygularını oluşturabileceğini söylüyor.

        DÜNYAYI ELE GEÇİREBİLİR Mİ?

        Bu alanda en iyi programlardan biri olan Luna, nesnel ve öznel soruları birbirinden ayırt edebiliyor, kendine ait değer yargılarıyla sohbet ediyor, sorunlara çözüm için önerilerde bulunuyor. En büyük korku, yapay zekânın dünyayı ele geçirmesi. Yapay zekâda bence insanlığı bekleyen en büyük tehlike, günün birinde insan beyninden çok daha hızlı gelişim göstermesi ve süper güç olması değil, bu uzak ihtimal.

        Ancak oturduğu koltuktan tüm günlük ihtiyaçlarını çözen, işini yöneten, alışverişini yapan, banka ödemelerini gönderen, sanatsal etkinlikleri ekranda izleyen bir insan modeli, giderek gelecek yıllarda ciddi depresyon ve ruhsal sorunları olan bir kuşağı doğuracak.

        Sadece kendi dünyasında yaşayan, insan ilişkilerini sıfıra indiren bu yeni makineinsan modeli bence dünya için robotların dünyayı ele geçirmelerinden daha erken ve daha ciddi tehlike.

        MAKİNELEŞEN İNSANLAR DAHA BÜYÜK BİR TEHLİKE

        İnsanlar ile makineler arasındaki ilişki konusunda sohbet, evde bir baba-oğul konuşması olarak başladı.

        Cem Yılmaz, dünyanın en ciddi mühendislik üniversitelerinden biri olan Purdue Üniversitesi’nde öğrenci, birkaç hafta sonra mühendis oluyor. Bir gün yazdığı İngilizce bir makaleyi verdi ve düşüncelerimi sordu.

        Yazıda insanların nasıl makineleştiği konusunu inceliyor. “21. yüzyılda artık herkesin bir akıllı telefonu, bilgisayarı ya da iPad’i var ve insanlar artık zamanının büyük kısmını bu makinelerle birlikte geçiriyor” diyor.

        Ancak makinelerin dünyası ile insanların dünyası çok farklı. İnsanlar birbirleriyle sohbet ederken konuşmalarına yüz ifadesi, vücut dili, mimikler giriyor. Ayrılırken tokalaşıp veda ediyorlar.

        Oysa makineler ilişkilerde çok daha farklı. Mesajlaşırken ya da sosyal medyada yazışırken sadece satırlar ve harfler olur, bunlar genellikle kısaltılmış cümlelerdir. Konuşma bitince de “çat” diye kapatırsınız.

        Çalışmalar gösteriyor ki beyindeki nöronlar bu işleyiş sistemini yavaş yavaş öğreniyor ve beynin çalışma modeli bilgisayara benzemeye başlıyor.Giderek “daha az insan, daha fazla makine” ortaya çıkıyor.

        Sonuçta yeni bir insan modeli oluşuyor. Uzun konuşmaya tahammülü olmayan, sabırsız, hemen sonuca ulaşmak isteyen, toplumdan uzak asosyal bir insan modeli geliyor. Bu insan modelinde, beynin makinelere tek üstünlüğünün olduğu şey, yani duygu ortadan kalkıyor.

        Bu grup insanların en önemli özelliği, sürekli birilerinin kendisini izliyor ya da bilgilerine ulaşıyor olma korkusu. Bu korku nedeniyle huzursuz, stresli, herkesten ve her şeyden kuşkulanan yeni bir duygu durum ortaya çıkıyor. Yeni model insanlar genel olarak asosyal yapıda ve giderek aileden, toplumdan uzaklaşıyor, yalnızlaşıyor.

        Bu yalnızlaşma başarıyı etkiliyor, henüz makineleşmemiş bir toplum içinde kendine yer bulamıyor. Ancak çokuluslu şirketler, bir yandan insanlara benzeyen robotları yaratırken, diğer taraftan insanların makineleşmesini destekliyor.

        Bütün bu görüşleri eski bir kuşağın değil de henüz 23 yaşında bir genç olan Cem’in görüp yazması çok ilginç. Demek ki bu kuşak da kendilerini sürükleyen yeni dünya düzeninden mutsuz.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar