Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR söyleşide yerel yönetimlerin özerkliği konusunu dile getirmiştim. Konu üzerine yapılan değerlendirmelerden, yerel özerklik ile yerel yönetimlerin özerkliğinin birbirine karıştırıldığı gibi bir sonuç çıkardım.

        Bildiğiniz gibi, 2003-2007 yılları arasında gerçekleştirilmeye çalışılan Kamu Yönetimi Reformu, AK Parti iktidarının önemli projelerinden biriydi.

        Projenin özü “merkeziyetçilikten uzaklaşma” düşüncesiydi. Buna göre, mahalli ve müşterek hizmetlerin görülmesinde yerel yönetimler mümkün olduğu kadar yetkilendirilecek ve sorunlar çıktığı yerde çözülecekti.

        Yapılmak istenen, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun bir düzenlemeydi. Mevcut sistem ve yapı içinde yerel yönetimlere özerklik öngörülmesine rağmen, projeye yöneltilen en sert eleştiriler “Üniter yapı bozuluyor” iddiası oldu.

        Bu eleştiriyi haklı çıkarmak için, o günlerde yurtdışında bulunan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı’nın faaliyetleri örnek gösterilerek, bize “Görmüyor musunuz, Osman Baydemir neler yapıyor?” diye sorulmuştu. O günkü mevzuata göre başkanların uluslararası örgütlere üyeliği ve yabancı ülke temsilcileriyle doğrudan temas kurması kanuni değildi. Buna rağmen birçok belediye başkanı izinli veya izinsiz yurtdışında temaslarda bulunmaktaydı.

        ‘AÇIKÇA YEREL ÖZERKLİK TALEBİ’

        Gerçekte her şey katı bir vesayetin olduğu, otorite ve merkeziyetçiliğin kendini güçlü hissettirdiği bir zamanda gerçekleşiyordu. Çünkü, merkezi idare ulusal veya yerel bütün hizmetleri yürütmeyle meşgulken, yerel yönetimleri denetlemeye ve hesap sormaya fırsat bulamıyordu.

        Halbuki yerel yönetimlere özerklik verilmesi, hem merkezi idarenin hesap sorma güç ve kapasitesini artırır hem de yerel halkın kendini gerçekleştirmesine fırsat verir.

        Maalesef projenin bütünüyle gerçekleştirilmesi engellendi. Ama yerel yönetimlerin bazı yetkilerini artıran düzenlemeler büyük tartışmalardan sonra yasalaştı.

        10 yıl sonra, Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi’nin ilan ettiği “Demokratik Özerklik” bildirisi, açıkça yerel özerklik talebidir.

        Yerel özerklik, toprağı esas alan siyasi bir yapılanmayı ifade eder. Coğrafi bir bölgede kendi içişlerinde bağımsız ama dışişleri ve savunma gibi fonksiyonlarda federasyona bağlı bir sistemdir. Kendi yasasını koyma, vergisini toplama ve tahsis etme, güvenlik ve adaleti sağlama gibi kararları kendi organları verir.

        ‘DAYATMAYA BAKARAK VAZGEÇİLMEMELİ’

        “Demokratik Özerklik” bildirisi Türkiye’ye açıkça bir dayatma oldu. Çünkü eline silah alıp şehrin sokaklarına mevzi kazarak tek yanlı “özyönetim” ilan etmek, ülkenin temel yapısını zorla değiştirmeye teşebbüstür.

        Bu dayatmaya bakarak yerel yönetimlerin özerkliğinin geliştirilmesinden vazgeçilmemelidir. Bölge üstündeki küresel planların, kazılan hendeklerin ve akan kanın farkındayım ve buna rağmen, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasının doğru olacağını düşünüyorum.

        Kanaatimce, demokratik özerklik bizleri ne kadar ayrıştırırsa, yerel yönetimler demokrasisi o kadar bütünleştirir.

        Diğer yandan, kriz dönemlerinde genellikle sağlıklı bilgi akışı zorlaşır, kararlar merkezileşir ve hatta küçük bir grup tarafından alınmaya başlanır. Halbuki, bu gibi durumlarda sorunun çözümü şeffaflık, paylaşma ve demokrasiden geçer.

        Eminim, bu duruma birçok kimse HDP’li belediyelerin yaptığı ihaneti örnek göstererek yine itiraz edecektir. Ancak “ilkesel doğru” olan bir karar, uygulama yanlışlıklarına feda edilmemelidir. Ayrıca devredilen yetkiye denk sorumluluk verilir ve aynı derecede hesap sorma hakkı doğar. Denetleme ve hesap sorma gücü yüksek olan merkezi idarenin kararlı tutumu, kimseye sorumluluklarını ihmal etme veya istismar etme fırsatı vermeyecektir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar