Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Okulda iyi öğrenciler ve kötü öğrenciler vardı: İyiler sınıfı geçer, kötüler sınıfta kalırlardı. Ama bu hemen bir psikoterapiste koşup danışmayı gerektirmezdi aynı yılı tekrar okurlardı o kadar.

        Sağlığımızı, yaşam standartlarımızı ve doğayla ilişkimizi daha iyi hale getirmeye çalışmak hepimiz için çok iyi bir şey ama son zamanlarda bu konuyu biraz abartmaya başladığımızı düşünüyorum.

        Bana postayla sütün yerini tutan 3 litrelik bir ürün gönderen Norveç kökenli bir şirket, bu yeni tür gıdanın üretimine yatırım yapmakla ilgilenir miyim diye soruyordu; ne de olsa uzmanları David Rietz’e göre “Tüm inek sütleri, 59 aktif hormon, bol miktarda yağ, kolesterol, diyoksin, bakteri ve virüs ihtiva ediyor.”

        Benim bildiğim kalsiyum, çocukken annemin “kemiklere iyi gelir” diye tanımladığı bir besindi. Ama uzmanın bana vereceği cevap hazırdı: “Kalsiyum mu? Peki inekler iri kemik yapıları için gereken kalsiyumu nereden sağlıyor? Bitkilerden!” Tabii bu yeni ürün de bitkilerden yararlanılarak yapılıyor ve yazı boyunca süt, dünyanın çeşitli yerlerinden bir sürü enstitünün yaptığı sayısız araştırmaya dayanılarak mahkûm ediliyor.

        Peki ya proteinler? David Rietz acımasız: “Yüksek dozda protein ihtiva ettiği için sütü ‘sıvı et’ olarak adlandırdıklarını biliyorum. (Doğrusu ben bu tanımı hiç duymadım ama adam neden bahsettiğini biliyor olmalı). Ama proteinler kalsiyumun organizma tarafından emilmesini engeller. Protein ağırlıklı beslenen ülkelerde osteoporoz (kemik erimesi) daha fazla görülmektedir.”

        Öğleden sonra eşim internette bulduğu bir yazıyı bana gönderdi:

        “Şimdi 40-60 yaşlarında olanlar yıllarca emniyet kemeri, koltuk başlığı ve hava yastığı olmayan otomobillerde yolculuk ettiler. O zamanlar çocuklar arka koltukta serbestçe oturuyor, sağa sola zıplayarak eğleniyorlardı. Bebek yatakları ise şimdilerde kurşun ya da başka tehlikeli maddeler içerdiği için şüpheli görülen renkli ve parlak boyalarla boyanıyordu.”

        Ben, mesela, şu ünlü bilyeli arabaları üreten nesilden geliyorum (Bunu günümüzün gençlerine nasıl açıklayacağımı bilmiyorum – iki metal ya da tahta çubuğun uçlarına bilye tekerlek takılarak yapılan arabalar diyelim), Botafogo’nun dik yokuşlu sokaklarından aşağı onlara binip kayardık; ayakkabılarımızı fren olarak kullanır, düşer, bir taraflarımızı yaralar ama yine bu hız maceramızdan hep gurur duyardık.

        Yazı şöyle devam ediyor: “O zamanlar cep telefonları yoktu, annebabalarımızın bizim nerede olduğumuzu bilmesi imkânsızdı: Nasıl bileceklerdi ki? Çocuklar asla haklı değildi, her zaman cezalandırılırlardı ama buna rağmen hiçbiri sevgisizlik ya da reddedilme duygularıyla psikolojik problemler yaşamazlardı. Okulda iyi öğrenciler ve kötü öğrenciler vardı: İyiler sınıfı geçer, kötüler sınıfta kalırlardı. Ama bu hemen bir psikoterapiste koşup danışmayı gerektirmezdi – aynı yılı tekrar okurlardı o kadar.”

        Böyle bir dönemde yaşadığımız halde birkaç çizik ve hafif birkaç travma ile hayatta kaldık biz. Sadece hayatta kalmakla kalmadık, aynı zamanda sütün zehirli olmadığı, çocukların problemlerini yardım almadan çözmek zorunda kaldığı, gerektiğinde kavga edip dövüştüğü ve günün büyük bölümünü elektronik oyunların başında geçirmeyip arkadaşlarıyla kendi oyunlarını icat ettikleri o zamanı da mutlulukla hatırlıyoruz şimdi.

        Köşe yazımın ana başlığına dönecek olursak: ‘Öldürücü’ sütün yerini tutacak olan bu yeni ve mucizevi ürünü denemeye karar verdim. Ancak ilk yudumdan ileriye gidemedim. Eşimden ve yardımcımızdan da ne olduğunu açıklamadan bir tatmalarını istedim: İkisi de hayatlarında böyle iğrenç bir şey tatmadıklarını söylediler.

        Yarının çocukları için endişeliyim. Elektronik oyunları, cep telefonlu anne-babaları, her sorunda yardımlarına koşan psikoterapistleri olan ve hepsinden önemlisi onları kolesterol, osteoporoz, 59 aktif hormon ve toksinlerden kurtaracak olan bu “sihirli iksir”i içmek zorunda kalacak olan çocuklar onlar.

        Çok sağlıklı, çok dengeli bir hayatları olacak ve büyüdüklerinde bir gün sütü keşfedecekler (Belki o zamana kadar süt de kanunen yasaklanmış olacak). Ve belki 2050 yılında bir bilim adamı dünyanın başlangıcından beri var olan bu maddeyi kurtarmak için harekete geçecek.

        Ya da sütümüzü artık uyuşturucu satıcılarından gizlice almak zorunda kalacağız, kim bilir?

        (Çeviren: Mine Akverdi Denktaş)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar