Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        OTORİTER bir medya rejiminin olması nedeniyle olayların manası ve nereye gidebileceği açısından anlaşılması hayli zor bir ülkedir İran. Ülkeden haber alma imkânlarının kısıtlı olması, en çok da İran’da kaos eşliğinde bir rejim değişikliği hayal edenlerin işine gelir. Yıllarca İran’ı dünyaya ucube, zırcahil, sefaletin zirvede yaşandığı bir ülke olarak gösteren malum kesimler, Tahran’ın yol açtığı bu bilgi kirliliğini bugün de kendi amaçları doğrultusunda kullanıyorlar ne yazık ki.

        Ülke, yönetimde bulunanların hatalı politik tercihleri ve bunun sonucunda hızla yükselmeye başlayan hayat pahalılığına tepkinin sokağa taşması nedeniyle çalkantılı bir süreçten geçiyor. Şaşırtıcı bir şekilde tepkiler önceki olayların aksine dini otoritenin merkezi sayılan Meşhed ve taşradan yükseliyor.

        Normal şartlar altında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin, bu süreçte tepkileri yatıştırabilecek bir rol oynaması beklenirdi. Ancak vaziyet Ruhani’nin de tepkilerin hedefinde olduğuna işaret ediyor.

        Oysa Ruhani birkaç yıl öncesine kadar, bugün protesto gösterisi yapan kesimin en büyük umuduydu. Rejim 2009’da Mahmud Ahmedinejad’ın, refomcu aday Mir Hüseyin Musavi karşısında galip geldiği şaibeli seçimi iptal etmeyi reddetmişti. O vakit başlayan gösteriler de gayet kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Ancak şaşırtıcı bir şekilde 2013’teki seçimde aynı İran rejimi, aklını başına aldığına dair tutum takınarak Hasan Ruhani’nin 16 milyon değişim yanlısının oylarıyla iktidara gelmesine izin vermişti. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in bu süreçte Ruhani’ye verdiği destek 2009’da ezilen küskünlere yönelik bir açılım olarak okunmuştu.

        Hayal kırıklığı yaşayan halka “umudun” simgesi olarak pazarlanan Ruhani’nin en büyük zaferiyse ABD ve diğer 5 büyük devletle imzalanan nükleer anlaşma olmuştu. 2015’te anlaşmanın imzalandığı gün İran’da bayram havası esmiş, özellikle Ruhani’ye destek vermiş reformcu kesimde geleceğe dair umutlar zirveye çıkmıştı. O gün için beklenen şey, bu anlaşmanın etkisiyle İran’ın bankalarda dondurulmuş yüz milyarlarca dolarının kullanıma açılması ve uluslararası yaptırımların kalkmasıyla birlikte ülkede ekonominin canlanıp işsizlik ve enflasyon gibi sorunların çözüm yoluna girmesiydi.

        Aslında benzeri bir beklenti İran yönetimi tarafından da satın alınmıştı. Tahran, satın aldığı bu senaryoya göre planlar hazırlayıp cesur hamleler yaptı. Bunun en açık göstergesi, rejimin bölgesel dış politika konularında attığı adımlara yansıdı. Gayet savurgan bir yol izlenerek henüz gelmeyen paranın hayaliyle hesapsız harcamalar yapıldı.

        İran’ın Suriye’deki Esad rejimine verdiği askeri ve ekonomik yardımlar, 2015’te Batı’yla yapılan bu anlaşmadan sonra zirveye çıktı. Aynı dönemde Yemen’e, Lübnan’a ve Irak’a el atıldı. Bu ülkelerdeki rejim ve milis güçlere verilen askeri ve ekonomik destekler içeride zaten büyük bir sıkıntıda olan ekonomiye ağır darbeler indirdi.

        ABD’de Başkan Donald Trump’ın 2017’de iktidara geldikten sonra nükleer anlaşmayı onaylamayı reddetmesiyse önceden harcanan paranın İran hazinesine girme ihtimalini iyice düşürdü. Pozitif senaryoların suya düşmesi, halkta hayal kırıklığını artırdı. Günün sonunda ayağını yorganına göre uzatmayı bilmemiş her devlet gibi İran da faturayı kendi halkına kesti. İçerideki kaos ve karmaşa hali de zaten böyle başladı.

        Elbette ki bu durum İran’ın mevcut krizin altında kalıp boğulacağı anlamına gelmiyor. Geçmişte büyük güçlükleri aşmasıyla bilinen İran, bu sorunu da aşacaktır muhtemelen. Ancak öncelikle ülkedeki ateşe benzin dökmeye çalışan diğer devletlere duyulan öfkenin, içeride meşru taleplerle gösteri yapan halka yönelmesinin engellenmesi gerekiyor. Zira bölgede son dönemde tanığı olduğumuz tüm krizler, rejimler bu yolu tercih edince sorunların aşılmasının daha da zorlaştığını gösteriyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar