Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNYA bir gün Suriye’yi konuşuyorsa, izleyen günlerde gündem şaşmaz bir şekilde gelip ya Kudüs’e yönelik gayri meşru adıma ya da Kuzey Kore’ye dayanıyor. Krizlerin tamamının göbeğinde de her zaman olduğu gibi yine ABD duruyor. Aslında bizler de krizlerden çok dünyanın süper gücünün yediği şamarları konuşuyoruz.

        Son yıllarda krizlerin mimarı ABD’nin biri diplomatik, diğeri askeri, sonuncusu da ekonomik olmak üzere dünyadan üç açıdan ağır tokatlar yediğini görüyoruz.

        Ukrayna, Suriye ve Kuzey Kore’de yediği tokatlar temelde askeri nitelikliydi. Suriye’de ağırlıklı olarak Rusya, kısmen de Türkiye her istediğini yapamayacağını gayet şekilde gösterdiler dünyanın süper gücüne. Ukrayna’daki devrim görünümlü ABD destekli Kremlin karşıtı darbeye Rusya doğrudan işgalle karşılık verince olan zavallı Ukrayna’ya oldu. Fillerin tepişmesinde kazanan Rusya olurken ABD’ye güvenmiş olmasının bedelini Kırım’ı resmen, ülkenin Rusça konuşan doğu kesimleriniyse fiilen kaybetmekle ödedi. Üstelik ABD, Suriye halkına ettiği ihanetin bir benzerini de Ukrayna’ya yaptı. Rusya işi işgale vardırırken ABD barışçıl çözüm mavralarına sarılmakla yetindi, askeri açıdan diş gösterme anlamında yorumlanacak hiçbir somut cesaret emaresi gösteremedi.

        13 BİM KM’LİK FÜZE

        Ortadoğu ve Avrupa’ya etkileri sınırlı olmakla birlikte ABD’nin son birkaç yıl içinde yediği en ağır askeri tokat ise Kuzey Kore’den geldi. ABD’nin Pasifik hattında, özellikle Japonya ve Güney Kore gibi ülkelere karşı bedeli karşılığında üstlendiği sorumluluklar var. ABD’nin bölgedeki ayrıcalıklı konumunun devamı bu müttefiklerinin desteğine, desteğin devamıysa Kuzey Kore’yi askeri bir tehdit olmaktan çıkarmasına bağlı. Aksi takdirde Japonya ve Güney Kore, 70 yıldır izledikleri Washington merkezli stratejilerini değiştirmek zorunda kalabilirler. Özellikle Japonya son dönemde girdiği yeni denge arayışlarıyla meselenin ehemmiyetinin kavranmasını bekliyor.

        Neylersin ki ABD’nin yaptırım stratejisi şu ana kadar pek işe yaramış gibi görünmüyor. Kuzey Kore yaptırımlara yeni balistik füze ve nükleer bomba denemeleriyle karşılık veriyor. Özellikle bir ay önce yapılan son deneme çok önemliydi. K.Kore’nin başkenti Pyongyang yakınındaki bir üsten atılan yeni füze Japon denizine düştü. Hwasong-15 ICBM füzesi 55 dakika boyunca, 4500 km irtifada yaklaşık 1000 km seyredip Japonya’nın ekonomik bölgesine düştü. Denemenin teknik analizini yapan uzmanların söyledikleri çok çarpıcıydı.

        Geniş nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip füzenin gerçek menzili 4500 değil, 13.000 bin km imiş. Bu (Çin cevaz vermedikçe böyle bir hamlede bulunma ihtimali bulunmamakla birlikte) Kuzey Kore’nin isterse ABD’yi ve daha pekçok ülkeyi nükleer silahla vurabileceği anlamına geliyor. Dahası füzenin havada seyir halindeyken bölgedeki THAAD gibi gelişmiş ABD savunma sistemleri tarafından vurulamamış olması da Pentagon’un bölgedeki kapasitesinin yanı sıra dünyadaki askeri ticaretinin de sorgulanmasına yol açıyor.

        KUDÜS ŞAMARI

        Gelelim ABD’nin karizmasının ekonomik açıdan çizildiği alana. Bu cephede kahraman enflasyonu var neredeyse. Malezya, Brezilya, Hindistan ve hatta Türkiye gibi pek çok güç bu alanda ABD’den hakkını alarak yükselen güçler olarak sıralanabilir. Ancak bu alanda en kallavi tokadın yine Çin’den geldiği anlaşılıyor. Üstelik ABD Başkanı Trump’ın tüm tahriklerine rağmen Çin sessiz ve sakin bir şekilde ekonomide dünyanın zirvesine tırmanmaya devam ediyor.

        ABD mutlak üstünlüğe sahip olduğunu düşündüğü diplomatik arenadaki tokadı da geçen hafta yedi. Türkiye’nin çabalarıyla birleşip ayağa kalkan dünya vicdanı, BM Genel Kurulu’ndaki oylamayla ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto kartının da Kudüs’ü başkent olarak tanıma kararının da hiçbir meşruiyetinin olmadığını gözler önüne serdi. Böylece ABD hegemonik gücünün düşüş sürecine girdiği gerçeği bir açıdan daha resmiyet kazanmış oldu.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar