Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İDEOLOJİLERİ farklı olsa da partiler için seçimde başarılı olmanın yolu aynı. Seçmene sorun olarak gördüğü alana ilişkin yeni umutların verilmesi büyük önem taşıyor. Elbette ki bu bol keseden atıp tutanın başarılı olacağı anlamına da gelmiyor. Seçmenin verdiği sözü tutacağına inanması gerekiyor.

        HDP 7 Haziran seçiminden önce bu konuda epey başarılı bir çizgi izlemişti. Meydanlarda verilen sözlerle, “çözüm süreci”nin, huzur ve barış ikliminin devamı müjdelendi. AK Parti’nin Dolmabahçe’den geri adım attığı bir ortamda HDP’nin bu vaadi daha büyük bir anlam kazandı. Huzur ortamının gümbürtüye gitmesini istemeyen Kürt seçmen devlet vazgeçse bile örgütün çatışmasızlık sürecine bağlı kalmasını sağlayacak bir yol ararken, Demirtaş da “Dert buysa derman bende” mealinde mesajlar verdi.

        Merkez medya da hiç alışık olmadığımız bir şekilde Demirtaş’ın bu mesajlarının toplumun tüm kesimlerine etkin bir şekilde ulaşmasını sağladı. Bu arada KCK yöneticileri de o günlerde yaptıkları açıklamalar, yazdıkları yazılarla Demirtaş’ın bu vaadini teyit edercesine bir tonla “HDP barajı aşarsa barış devam eder ve süreç tamamlanır” dedi. Çok sayıda korucu bile bu teyidin de tesiriyle, PKK’yı çatışmasızlık çizgisinde tutacağı inancıyla seçimde HDP’yi destekledi.

        HDP’nin seçimden önceki ikinci büyük avantajı ise eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’tı. Genç ve karizmatik bir lider profili çizen Demirtaş, HDP’nin seçim öncesinde halka sunduğu umudun ete kemiğe bürünmüş haline dönüşmüştü. Erdoğan karşıtlığında aşırıya kaçan söylemleri elbette ki tasvip edilmiyordu. Lakin bu da Demirtaş’ın izlediği siyasi bir taktikten ibaret olarak görülüyordu. Çözümün mimarı Erdoğan’a karşı bilenerek sürecin tamamlanmayacağı belliydi. Demirtaş’ın da pek belli etmese bile bunun farkında olduğu, seçimden sonra bu söylemlerine bir nokta koyacağı tahmin ediliyordu. İşte tüm bu umut ve varsayımların sonucu olarak oylar da HDP’ye akıyordu.

        Neylersin ki HDP seçimden önce kendisine yönelen bu umuda gereken önemi vermedi. PKK’nın seçimden sonra 2 polisi yataklarında katletmesiyle başlayan eylemlerin karşısında hakkıyla durmaması, bu kayıtsızlığın ilk işareti oldu. Demirtaş, ilk kan döküldükten hemen sonra “Tasvip etmiyoruz tabii ama PKK’nın da kendine göre bir mantığı var” diyerek şiddete taviz verdi. Evet, sonunda geç de olsa “PKK ‘ama’sız, ‘ancak’sız bir şekilde eylemlerine son vermeli” mealinde bir açıklama da yaptı. Ancak bu ateşkes çağrısı bile kendisine yönelik çağrı ve tepkilerin çok sonrasında geldi. Hal böyle olunca o çağrı da işe yaramadı. Kandil, bu çağrıya HDP’nin siyasetteki varlığını hiçleştiren bir açıklamayla karşılık verdi.

        Bununla birlikte Demirtaş’ın seçimden sonra normalleşeceği varsayılan siyaset dili de aksine daha şedit bir hal aldı. Solculuk numarası yapanların peşine takılan HDP, Türkiye’nin normalleşmesi için Meclis’te AK Parti’ye destek olacağına, çözüm isteyen Kürtlerden aldığı iradeyi barışa düşman kesilmişlerin ipoteğine soktu.

        Günün sonunda olan da 7 Haziran’da yakalanan tarihi fırsata oldu. Çözüm süreci buzdolabına girerken, bölge ölüm haberleri eşliğinde uzak düştüğü matem ve şiddet ortamına geri döndü. HDP’nin barajı yıkarak elde ettiği zafer, seçimden önce AK Parti karşıtı sözde solculara verdiği sözlerin de etkisiyle Kürtlerin Pirus Zaferi’ne dönüştü. Yeni seçim sürecinde HDP’nin bu hüsranı telafi etmek adına söyleyebileceği bir söz kaldı mı, bundan da emin değilim.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar