Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aslında, başlıktaki soru pek yeni sayılmaz. Türkiye’nin Suriye sınırları içerisinde tampon bölge kurmaya yönelik fikri oldukça eski.

        Şimdi sorulması gereken esas soru, Türkiye’nin buna hazır olup olmadığıdır. Bu soruya ve cevabına döneceğim ama önce geçen seneki bir açıklamayı hatırlayalım.

        2014 yılının ekim ayında Başbakan Ahmet Davutoğlu, Suriye’nin kuzeyindeki M-4 Karayolu baz alınarak doğubatı aksında bir tampon bölgenin kurulabileceğini söylemişti. Bu, Türkiye’nin tampon bölge hazırlığında olduğu iddialarını doğrulayan ilk açıklamaydı.

        O dönem Sayın Başbakan’ın telaffuz ettiği hat, Lazkiye sınırından başlayıp Haseke’ye kadar uzanıyordu. Bu da enlemesine 720, derinlemesine de yaklaşık 70 kilometrelik bir alanın, yani neredeyse Suriye’nin yaklaşık üçte birinin Mehmetçik tarafından güvenlik altına alınması anlamına geliyordu.

        Ancak bahsedilen güvenlik hattının maliyetinin çok yüksek olacağından hareketle “cep” şeklinde birkaç güvenli bölgenin kurulması da ikinci seçenek olarak ele alınmıştı.

        İkinci seçenek Cerablus ile Kobani arasındaki bir cep bölgeyle başlıyordu. Bugün geldiğimiz noktada, bu senaryoya dair eğilim bir hayli yükselmiş gibi görünüyor.

        Tabii BM Güvenlik Konseyi’nin onayı, ABD’nin de desteği alınmadan bu seçenek nasıl hayata geçirilecek şimdilik bilemiyoruz. Bununla birlikte Suriye rejimini, küresel, bölgesel ve lokal destekçilerini ikna etmeden atılacak bir adımın Türkiye’yi tehlikeli bir çatışmaya sürükleyebileceğinden de eminiz. Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu da bu realitenin farkında olsa gerek, “Kimse merak etmesin, Türkiye’yi maceraya sürüklemeyiz” deme gereği duyuyor.

        Şimdi gelelim esas sorumuza. Yani Türkiye’nin, Suriye’ye müdahale etmeye hazır olup olmadığı meselesine. Bu soruyu sorarken TSK’nın hazır olup olmadığını kastetmiyorum elbette. Buradaki önemli nokta, sayısız örgütün cirit attığı komşu devlet topraklarında riskli bir adım atmayı planlayan Türkiye’nin içte buna ne kadar hazırlıklı olduğudur. TSK’nın Suriye’ye adım atması işin en kolay tarafı. Ancak içine girilen zorlu işin sürdürülebilip sürdürülemeyeceğini Suriye’den ziyade içerideki gelişmeler belirleyecek. İçeride tansiyon yükselip çatışmalar yaşanacaksa, Suriye’de kurulacak tampon bölgenin bedeli Türkiye’nin kaldıramayacağı kadar artabilir. Ödenecek bedel son 13 yılda güç bela inşa ettiğimiz kırılgan demokratik denge mi olacak? Yaşanabilecek her olumsuzluğu, içimizdeki Suriye’yi şimdiden düşünmek gerekir.

        Lafı dolandıracak değilim. Türkiye dışarıda elini kolunu bağlayan karın ağrılarını tedavi edebiliyorsa hiç durmasın. Türkiye’ye yönelik göç, bu insani dram ve soykırımlar son bulacaksa tampon bölge derhal kurulsun derim.

        İyi de karın ağrılarımızı giderebiliyor muyuz?

        İlk karın ağrımız, toplumsal kutuplaşma. Bu sorunu aşılabildik mi?

        İkincisi, ülkedeki mezhepsel gerilim. Alevi, Nusayri halklarımız ne düşünüyorlar Suriye konusunda? Türkiye’yi Suriye’de mezhepçi politika izlemekle suçluyorlar mı, suçlamıyorlar mı?

        Üçüncü karın ağrımız ise sınır tanımaz hal alan Kürt meselemiz. Ve tabii bunun bir tezahürü olan, siyasi riyakârlıkla inşa ettiğimiz bir Kürt fobisi sorunumuz var artık.

        Türkiyeli Kürtler Suriye’ye müdahaleyi, “sınır hattının altındaki kardeşlerine” yönelik bir müdahale olarak algılıyor mu algılamıyor mu?

        Kürt fobisiyle hareket eden kesim de müdahaleyi “Kürt güçleri TSK tarafından vurulacak” düşüncesiyle destekliyor mu, desteklemiyor mu?

        Sorularımızı sorduk ama cevapları biliyoruz zaten. Bu cevaplar, Türkiye’nin bir değil iki Suriye sorunuyla karşı karşıya olduğuna işaret ediyor. İlk sorun Türkiye’nin içindeyken, ikincisi ise dışında. İçerideki Suriye sorununu çözmeden dışarıdakine el atmak oldukça riskli bir tercih gibi görünüyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar