Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama, “İran’ın İsrail’i tanımasını şart koşmak, Tahran’daki rejim değişmeden anlaşamayacağız demekten farksız. Bu talep gerçekçi değil” diyor.

        Obama bu cümleyi, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, “İsrail’i tanıması İran’la anlaşmanın ön şartı olsun” çıkışına cevaben söyledi.

        Oysa bu mesajın gönderildiği yer Tel Aviv değil, Tahran’dı. Zira İran’daki rejimin esas sahipleri, ABD ile varılan anlaşmayı sindirmekte zorlanıyor. Bu kesimin rahatsızlığını görmek için İran’daki Kayhan Gazetesi’nin Yayın Yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari’nin yazdıklarına bakmak yeterli. Şeriatmedari anlaşmayı, “Eyeri kurtardık ama atı kaptırdık” şeklindeki bir İran atasözüyle yorumladı.

        Bu sözü söyleyen Şeriatmedari, sıradan bir gazeteci değil. Kendisi dini lider Ali Hamaney’in resmi sözcüsü ve danışmanı. Başında olduğu gazete Sipahilerin, yani Hamaney’e bağlı Devrim Muhafızları’nın ve muhafazakâr kesimin yayın organı. Şeriatmedari’nin medya ayağını temsil ettiği kesim, rejimin pekçok kurumunu elinde bulunduruyor.

        Bu kesim, müzakerelerin rejime zarar vereceğine dair bir mesaj alırsa anlaşmayı yok etmekle yetinmez. Böyle bir durum, Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif için de hiç hayırlı olmaz.

        Bu işareti verecek kişi de sadece Hamaney olabilir.

        Peki İran’da anlaşmaya karşı bu güçlü kesim varken, üstelik Hamaney de bu cepheyle aynı safta dururken nasıl oluyor da müzakerelerde bu aşamaya gelinebiliyor?

        Cevabı verebilmek için 2009’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitmek gerekiyor.

        Seçimlerde, reformcuların desteklediği Hüseyin Musevi, 14 milyon oy aldı. Muhafazakâr rakibi Ahmedinejad ise 24 milyon oyla Cumhurbaşkanı seçildi.

        Yaygın kanaat, rejim eliyle seçime hile karıştırıldığı yönündeydi. Hal böyle olunca yüz binlerce seçmen Tahran’da sokaklara döküldü. Rejimin emrindeki Besiç milislerinin cevabı da sert oldu. Nice reformcu genç tutuklandı, yaralandı veya öldürüldü. Musevi ev hapsine alınırken Tahran’ı ateş topuna çeviren isyancı ruhlar evlerine dönmeye zorlandı. Ancak kapalı kapılar arkasına tıkılan bu ruh hiçbir zaman yok olmadı.

        Aksine akabindeki 4 yıl boyunca da Tahran’da büyümeye devam etti. 2013 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelindiğinde bu ruh patlama noktasındaydı. 1989’dan beri İran’dan dışarıya adım atmamış, rejimin 24 yıllık tek hâkimi Hamaney, yaklaşan krizi çok önceden sezmeye başlamıştı. Patlamayı frenlemek için büyük bir dikkatle “pragmatik” hamleler yaptı. Milyonların öfkesini yatıştırırken rejimle çatışmayacak bir isim aradı. Bulduğu o isim Hasan Ruhani oldu. Ruhani’nin Cumhurbaşkanı seçilmesini gizlice destekledi.

        30 yıllık diplomatlık kariyeri boyunca Batı ile ilişkilerin normalleşmesi için çalışmış Cevad Zarif’in Dışişleri Bakanlığı’na da aynı strateji doğrultusunda yeşil ışık yaktı. Doğrusu Zarif de ömrü boyunca beklediği bu şansı gayet iyi kullandı. Karşı tarafta da Obama gibi dünden razı bir ortak olunca uzlaşma süreci bugün konuştuğumuz noktaya geldi. İki yıl içinde bugünlere gelineceği hayal bile edilemezdi.

        Şimdi bu sürecin 30 Haziran’da nihai bir anlaşmayla taçlanması bekleniyor. Ancak bu hiç kolay olmayacak. Zira bu sürecin kaderi, hayatı boyunca neredeyse tüm söylemlerinde ABD’yi şeytanlaştıran Hamaney’in iki dudağından çıkacak bir çift söze bağlı olmaya devam ediyor. Hamaney’i ikna edecek tek yol, 1989’dan sonra format attığı rejimi tahkir etmeyecek bir formülün bulunmasından geçiyor.

        Obama’nın Netanyahu’ya cevap verir gibi yaparken İran’daki rejimi yıkma gibi bir amacının olmadığını vurgulaması, bu formülün mümkün olduğuna işaret ediyor. Gelgelelim rejimi ve ABD’nin stratejik çıkarlarını tatminden öteye geçmeyecek bir formülün, Ruhani’ye oy vermiş olan 18 milyonluk öfkeli ruhu yeniden patlamanın eşiğine getirmesi de ihtimal dahilinde bulunuyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar