Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BEYOĞLU Kaymakamlığı bir tebligatla LGBTİ temalı film festivalini yasakladı. Ankara’da önce Alman LGBTİ Film Günleri’ne valilik kararıyla, daha sonra bütün eşcinsel derneklerinin kültürel etkinlik yapmasına genel bir yasak getirildi... Başka şehirlerde ise benzer kültürel toplantılar, resmi yasak olmadan keyfi bir şekilde engellendi.

        Üstelik bütün bunlar Atatürk Kültür Merkezi’nin yeni halinin tanıtım toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği davetin hemen ertesinde yaşandı. O davetin konukları arasında Fatih Ürek de vardı ve basına servis edilen görüntülerde de oradaydı. Türkiye’nin (dünyada da) en bilinen trans sanatçısı Bülent Ersoy yıllardır bu gibi davetlere katılıyor zaten.

        Türkiye’nin eşcinsellikle ilişkisi mükemmel değil kuşkusuz, ama bir dönem İngiltere’de ya da Finlandiya’da olduğu gibi hiçbir zaman eşcinselliğin bu topraklarda kanunen yasaklanmadığını da hatırlamamız gerekiyor. Türkiye yeni yıla hep Zeki Müren’le girdi, eşcinsel sanatçılar Özal’lı yıllarda devlet katında kabul gördü.

        Öte yandan saçları zorla kazınan eşcinseller, polis minibüslerine doldurulan travestiler gibi utançlar yakın tarihimizden silinmedi. Devlet katı ile orta kademeli devlet görevlerinin uygulaması arasında bir “disonans” olduğu kesin, ama kaynağı ne?

        BOŞ BİR ALAN

        Kaymakamlık, emniyet müdürlüğü gibi yetki alanı sınırlı ama kendileri iddialı makamların kendilerini göstermeleri, siyasi kariyerlerinde yükselmeleri için topluma (ve onları keşfedecek yüksek siyasi mercilere) bir şey başarıyormuş algısı oluşturmaları gerek. Türkiye’deki siyaset hep merkezi otorite tarafından yönlendirildiği için alt kademedeki devlet görevlileri de makamları ne kadar iddialı olursa olsun daha çok kendilerine söyleneni yapmakla yükümlüler.

        Valilik dışarıdan önemli bir makam gibi görünebilir, ama yetkisini kullandığını en fazla kar yağdığında okulları tatil etmek için belli ediyor. Genel olarak politikaya etkisi yok, şehirler üzerinde de sınırlı söz sahibi. Nitekim Ankara kendisiyle uyum sağlamayan valileri kolaylıkla görevden alabiliyor.

        Eşcinselleri hedef almak, otoriteyi eşcinseller üzerinden göstermek bir devlet görevlisi için fazlasıyla risksiz. Ankara’dan bu konuda bir uyarı almayacağını biliyor, başka yerlerde kullanamadığı yetkisini de bu açıktan faydalanıp eşcinseller üzerinden hayata geçiriyor.

        İş geliyor, insanın egosuna kalıyor.

        DÜNYA DEĞİŞTİ

        Eski dünya ezberinde eşcinsellere yapılan baskının belki siyasi bir dönüşü vardı. Ama muhafazakâr bir devletin eşcinsel bir sanatçıyı hem de en önem verilen kültürel toplantıların birinde ağırladığı bir Türkiye var artık. Zamanında eşcinselliği hastalık olarak niteleyen bir aile bakanını da Erdoğan görevden almıştı; belki bu sebepten görevden almadı, ama sonuçta görevden aldı.

        Kraldan çok kralcı, baskı uygulayarak kendisine siyasi kariyer hesabı yapan küçük otorite, farkında olmadan en büyük zararı değişen dünyadaki Türkiye algısına veriyor. Dünya basınında Fatih Ürek’in muhafazakâr Türk devletinin bir davetindeki fotoğrafı haber olması gerekirken, film festivalinin yasaklanması konuşuluyor. Tamamen bireysel bir işgüzarlık sonucu yapılan uygulamalar ise otoriterleşme, diktatörlük külliyatına malzeme oluyor. Hem iç, hem dış basında.

        *************

        POPÜLER KÜLTÜRDE KADININ YILI

        SİNEMADA GENÇ KIZ RÜYASI

        TOPLUMSAL gelişmelerin ödüllere etkisini Oscar’da Greta Gerwig’in “Lady Bird” filmiyle toplayacağı heykelcikleri sayarak anlayacağız. Eleştirmenlerinin yazılarını rakamsal değere vuran Rotten Tomatoes sitesinde yüzde 100’le tarihin en beğenilen filmi şu anda.

        Çünkü Hollywood bir rezaletin içine düştü taciz skandallarıyla ve kadınlar yıllardır erkeklerin yönettiği dünyanın dışına çıkıp seslerini duyurma fırsatı buldu. Greta Gerwig’in genç bir kızın üniversiteye giderken annesiyle ilişkisini anlattığı filmi de hissiyatı ve yaklaşımıyla denk düştü.

        HİSSİYAT ÖNEMLİ

        Kadın perspektifinden anlatılması, bir kadın hikâyesi olması en büyük artı puanı.

        Gerçekten mükemmel mi? İzlediğimiz pek çok büyüme temalı filme benziyor. John Hughes’un o mükemmel 80’ler serisinden “16 Candles” ortak DNA’yı paylaştığı film.

        Ama tıpkı o filmlerdeki gibi bir hissiyat var, bir kere izlediğinizde aklınızdan çıkaramadığınız, içinize işleyen sahnelerle dolu.

        *************

        EKRANDA GÜÇLÜ KADIN

        SPIKE Lee ilk filmi “She’s Gotta Have It”i çektiğinde dönemin sinemasına dair bütün ezberleri yerle bir etmişti. Siyah-beyaz, 90 dakikanın altında, tamamı Brooklyn’de geçiyor ve bütün karakterler siyahtı. Ana karakter ise üç erkeği ve bir kadını aynı anda idare eden, bu insanları ayrı ayrı sadece kendi cinsel tatmini için kullanan bir kadındı. Erkeklere atfedilen ve hak görülen çokeşlilik rolünü tersine çeviriyor, hayatını hiç kimse sorgulamadan yaşıyordu.

        Yıllar sonra filmi Netflix için aynı isimle dizi olarak uyarladı Spike Lee. İlk 10 bölüm yine filmin çekildiği Fort Greene semtinde geçiyor. Coğrafya konusunda tarafsız olamam, Brooklyn’de bir ara yaşadığım Dekalb Avenue etrafında geçiyor hikâye. Hep bildiğim sokaklar, dükkânlar fon olmuş.

        HÂLÂ DEVRİMCİ

        Ama Spike Lee benim gibi sonradan gelenlere de öfkeli dizide. Filmi çektiğinde “soylulaştırma” projeleri yoktu, şimdi Brooklyn sadece beyazların siyahları kovmasıyla anılıyor belli bir çevrede.

        Üzerinden yıllar geçince cinsellik konusunda hâlâ eskisi kadar devrimci ve şaşırtıcı mı dizi peki? Okuduğum bir eleştiride günümüzde birden fazla partnerle birlikte olmayı tercih eden birçok kadın olduğu yazıyordu. Ekranella’ya diziyi yazan Şeyda Taluk ise televizyonda “merhametsizce dürüst” kadınlar devriminin yaşandığını söylüyor. “Varolan düzene, erkek egemen dünyaya karşı, fütursuzca statükoyu tehdit ediyorlar.”

        *************

        ÜÇ YAZI ÜÇ TEPKİ

        - THY’nin internet sitesinin nasıl çalışmadığını yazmıştım, meğerse bu dertten çeken pek çok insan varmış.

        - Gülse Birsel’in filmine abartılı övgülere dikkat çekmiştim, filmin gerçekten güldürdüğünü ve gerçek komedi olduğunu söyleyen güvendiğim insanlar oldu. Övgülerin merkezi Engin Günaydın.

        - Düzeltme servisinde New York Times’ın genel yayın yönetmeninin adını yanlış yazınca kendi kendimi düzeltmek zorunda kaldım. Bacquet değil, Baquet. Üstelik yazıyı yazarken önce Baquet diye yazıp, sonra galiba içinde c vardı diye “düzeltmiştim”. Kendime not: Tereddüde düştüğün anda kontrol et.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar