Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MESLEĞE benim gibi 90’lı yılların ortasında başlayanların aklının bir köşesinde gazeteciliğin renkli dünyasına adım atmanın yarattığı göz kamaşması da vardı. 80’li yıllardaki liberal ekonomi rüzgârlarıyla medyaya (Türkiye’de de) para girmişti, gazeteciler birer şöhret olmaya başlamıştı.

        Ancak bu hayalle medyaya adım atanlar kısa süre içinde o renkli dünyanın ekonomik krizler, işten atılmalar, küçülmelerle nasıl sarsıldığına ve gazeteciliğin halen vermekte olduğu var olma mücadelesine de tanık oldu. O ihtişam yakın zaman nostaljisi artık, bir daha geri gelmeyecek.

        Batı medyasının en bilinen editörlerinden Tina Brown’ın Vanity Fair yıllarından kalma günlüklerinden derlediği ve ABD’de dün piyasaya çıkan “The Vanity Fair Diaries” kitabı gazeteciliğin son görkemli dönemini anlatıyor.

        ŞÖHRET FORMÜLÜ

        New York Times’ta çıkan eleştiride kitabın kitlesinin kim olduğu sorgulanıyor. En azından iki alıcısı olduğunu kendimden biliyorum; Elçin Yahşi ve ben anında ısmarladık.

        Gazetecilerin üç saatlik içkili öğle yemeklerine gittiği, pahalı restoranlarda masalarının bulunduğu, akşamları dev şöhretlerin ve siyasetçilerin katıldığı ev partileri verilen, meslekte yükselme kriterinin “network” ve telefon defterinin kalınlığı olduğu yıllar...

        İngiltere’de bir magazin dergisinden ABD’ye Vanity Fair’in başına getirilen Tina Brown ilk başlarda derginin bir bütçe sınırlaması olmadığını anlatıyor kitapta. 30’lu yılların dergisini dirilten Condé Nast’ın patronları pazar payında kendine yer bulabilmek için ne gerekiyorsa yapmasını, ne kadar para harcanması gerekirse o kadar harcamasını söylemişler Brown’a.

        Dedikoduyla dış haberleri, soruşturmacı gazetecilik örnekleriyle Hollywood ihtişamını birleştiren Vanity Fair modeli böylece ortaya çıktı. Tina Brown en iyi yazarları ve Annie Leibowitz gibi kaşesi bugün yüz binlerce dolardan başlayan fotoğraf sanatçılarını derginin kadrosuna kattı.

        Vanity Fair’in bugün de devam eden çok basit bir formülü vardı aslında: Yapılan her haber şöhret perspektifinden değerlendiriliyor, olay özneleri hep şöhret muamelesi görüyor. Yazdıkları konular gibi derginin imzaları ve tabii ki yöneticisi de bu süreçte yıldızları parlayan şöhretlere dönüştü.

        Daha sonra yazı ağırlıklı New Yorker Dergisi’nin başına geçen Tina Brown aynı grup içindeki bu dergiyi de sarstı. Birçok yazar istifa etti; çünkü Brown bütün gelenekleri yerle bir ederek dergiye fotoğraf soktu, Roseanne Barr gibi televizyon şöhretlerine konuk editörlük imkânı sağladı.

        Tina Brown ve Condé Nast’in patronu S.I. Newhouse paranın medyaya su gibi aktığı yıllarda birlikte çalıştı

        KENDİNDEN KONUŞTURMAK

        Tina Brown’ın macerasını gazeteciliğimin ilk yıllarından beri hayranlıkla takip ediyordum ve tıpkı onun gibi öncelikli başarı kriterinin “buzz” yani ses getirmek ve kendinden konuşturmak olduğuna inandım. Ertuğrul Özkök ve Ufuk Güldemir bu inancın bizdeki temsilcileriydi.

        Ercan Arıklı’yla 2000’lerin hemen başında Nokta Dergisi’ni yeniden diriltme fantezisini bir barda konuştuğumuzda ilk önerdiğim de Tina Brown’ın (Harvey Weinstein’la ortak çıkardığı) Talk Dergisi’ydi.

        Tina Brown’ın Talk Dergisi’nin ve sonraki diğer işlerinin aynı etkide olmamasının nedeni sadece derginin gözle görülür odak kaybı değildi. Vanity Fair gibi net bir formülü yoktu, biraz kafası karışıktı. Ama aynı anda zamanın ruhu da onun aleyhine çalışıyordu. Birkaç sene sonra internet hızla yayılacak, sınırlar kalkacak, New York medyasına da sadece İngilizler değil dünyanın birçok yerinden başka gazeteciler akın etmeye başlayacak, yer bulacaktı. Eski ezberler yerle bir edilecek, kalıplar yeniden tanımlanacak, kısıtlı bütçelerle çalışmayı dayatan patronların beklentisi değişirken piyasa da iyice daralacaktı. Hepimizin önceliği de şatafattan pay almak değil, en azından işimizi hâlâ yapıyor olabilmekti.

        DEĞİŞİM NE ANLAMA GELİYOR?

        TINA Brown’ın kitabının çıktığı gün Vanity Fair’in de yeni yayın yönetmeni atandı. Condé Nast uzun süredir arayıştaydı ve birçok kişiye teklif gitmesine rağmen beklenmedik bir şekilde NYT kitap editörünü bu göreve getirdiler. Star statüsünde bir yayın yönetmeni değildi, star statüsündeki diğer yayın yönetmeni adayları ise Hollywood Reporter, New York Magazine gibi başka yayın organlarında kendi iktidarlarını yaratmış, koltuklarını bırakmaya niyetli değillerdi. Dünyanın en arzulanan koltuklarından birinin üzerine atlamadılar.

        Bunun bir nedeni gazetecilerin rahatlarını bozup risk almaktan çekinmeleriydi kuşkusuz. Sağlam bir marka olmasına rağmen Vanity Fair’in dirilişe ihtiyacı vardı ve bunu yapmak 80’li yıllardaki gibi rahat olmayacaktı.

        YENİ GÖREVLER

        Dahası, medya ortamı hâlâ kaotik bir ortam ve teknolojinin dayattığı değişiklikler sürecek. Tina Brown’ın yeni işi kadınlar konferansı; pek çok yayın yönetmeninin de önceliği artık yönettikleri markaların adını kullanarak türlü toplantılar, organizasyonlar düzenlenmek ve internetteki içerik videolarını denetlemek.

        Bir diğer neden de şöhretlerin haberini yaparak kendisi de şöhret olan yayın yönetmeni devrinin dünyada da kapanmış oluşu. Vanity Fair’in yeni yöneticisi New York edebiyat çevrelerinde bilinen Radhika Jones, ama derginin ana damarlarından Hollywod’da pek tanınmıyor. Geçmişte Time’da, ondan öncesinde de entelektüel edebiyat dergisi The Paris Review’da çalışmıştı. Ondan dergiyi yeni çağa ayak uydurmasını, canlandırıp yeniden hayal etmesini bekliyorlar. İlginç bir geçiş olacağı kesin.

        PATRONUM TİNA’NIM

        TINA Brown’la dolaylı olarak da olsa yolum birkaç kere kesişti. Amerikan basınındaki ilk yazılarımı, onun bir dönem yönettiği Newsweek ve kurucusu olduğu The Daily Beast’te yayımladım. Patronumdu, yanında çalıştım desem yalancı çıkmam.

        Bir keresinde evinde bir film gösterimine davet edildim ama başka bir randevuyla çakıştığı için gidemedim. Bir konferans sonrası konuştuğum efsane İngiliz gazeteci ve Brown’ın eşi Sir Harry Evans bana eşiyle Türkiye’yi çok sevdiklerini, Türklerle tanışmaktan mutlu olduklarını söylemişti.

        Tina Brown’ın en ses getiren kapağı Demi Moore’un hamile pozu oldu

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar