Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu senenin başlarında bir sabah erken saatlerde telefonuma bir mesaj düştü. İstanbul’da karlar yolları kapatmış, uçuşlar iptal olmuşken zorlu bir macerayla ne yapıp edip New York’a varan Ahmet Güneştekin kahvaltıya çağırıyor. Daha evvel tanışmamıştık; biraz gazete okuyan herhangi biri gibi adını medyadan biliyordum.

        Son yıllarda hakkında onun kadar haberi yapılan, medyadaki kutuplaşmanın duvarlarını kıracak kadar pek çok köşe yazarınca desteklenen bir başka sanatçı yok elbette. En çok da bu mekanizmanın nasıl işlediğini, Ahmet Güneştekin’in nasıl bu kadar medyatik bir figür olduğunu merak ediyordum.

        Buluştuğumuzda birkaç gün içinde 2013’ten beri sanatçısı olduğu Marlborough Gallery’de büyük bir sergi açmaya hazırlanıyordu, ama henüz eserler gelmediği için de gergindi.

        O günlerde yaşadığı tek kriz kargo şirketinin eserlerini geciktirmesi değildi. Sadece birkaç gün önce bir alışveriş merkezinin önünde sergilediği “Kostantiniyye” eserinin yarattığı gürültü henüz dinmemişti.

        Form ve şekil olarak Robert Indiana’nın meşhur “Love” heykeline gönderme yapan heykel, “Burası 1453’ten beri İstanbul” diye saldıran göstericiler yüzünden sadece beş saat içinde kaldırıldı.

        “Hiçbir şey olmadıysa kelimenin doğrusunun ‘Kostantiniyye’ olduğunu öğrendi Türkiye bu sayede” diyor Güneştekin. Ama heykel bunu bile başardı mı, emin değilim. Basında hâlâ “Konstantiniyye” diye geçiyor.

        Ahmet Güneştekin bu ay sonunda Berlin’de Galeri Michael Schultz’da sergi açıyor. Daha önce eserleri Viyana’da, Venedik’te de gösterilmişti. İstanbul’da Antrepo’daki sergisini gezen bir New York Times muhabiri daha sonra gazeteye onu haber yapmıştı.

        Dünya galerileri kapılarını sadece Ahmet Güneştekin’in kara kaşı kara gözü hayrına açmıyor. Günde en fazla beş saat uyuyan ve sürekli çalışan sanatçının eserleri de sürekli satılıyor; sanata uzun vadeli yatırımın borsadan daha fazla gelir getirdiği düşünülürse epey kârlı bir ortaklık söz konusu. Özellikle Türk zenginleri, Güneştekin’in eserlerine epey yüklü para yatırmaktan çekinmiyor.

        İŞADAMLARI BAYILIYOR

        Koleksiyonerlerden biri Murat Ülker. Her sergisinden mutlaka bir iş aldığı Güneştekin’in komisyon bir eseri Godiva’nın New York merkezinin girişinde asılı.

        Güneştekin’in yüksek etiket fiyatlı eserleri, kazandığı para, lüks yaşam tarzı birkaç sene önce epey gürültü koparmıştı. Şişhane’de birkaç katlı bir binada hem yaşıyor, hem çalışıyor. Kendi anlattığına göre burası tanıdıkları için sık sık uğradıkları bir çekim merkezi de olmuş.

        Aydın Doğan ve Ahmet Çalık’tan ünlü gazetecilere kadar pek çok kişi Güneştekin’in evde verdiği makarna partilerinin ve şarap kavının bağımlısı olmuş.

        Güneştekin bir olaydan bahsederken ya da bir anısını anlatırken mutlaka ama mutlaka bir isim sıkıştırıyor araya... Aydın Doğan, Ahmet Çalık, Mehmet Şimşek, Ertuğrul Özkök ve hatta Kai Diekmann, birkaç cümlede hızla adı geçenlerden bazıları. Geçen hafta Güneri Cıvaoğlu ve Özkök’le Moskova’daydı mesela.

        Aziz Yıldırım’dan Arda Turan’a Güneştekin’in eserleri önünde poz veren epey kalın bir ünlüler kataloğu da var. New York’taki sergisinde başkonsolos da dahil olmak üzere ABD’deki Türk cemiyeti hazır ve nazırdı.

        Birlikte birkaç gün geçirip sohbet ettikten sonra bile tam olarak çözemedim Güneştekin’in sırrını. Sonra, epey bir süre sonra, kafama dank etti.

        TÜRKİYE'NİN EN ETKİLİ LOBİSİ

        Ahmet Günteştekin’in arkasında kim var? Geçmişteki sergilerine Kültür Bakanlığı’nın da sponsor olmuşluğu var, Çalık Holding’in de... Batmanlı olmasından dolayı Kürt siyasetiyle de içli dışlı. Ama “Şunların adamı” demek de doğru değil...

        Hatta arkasında gizli bir kuvvetin bulunduğunu iddia etmek de.

        Mehmet Şimşek çocukluk arkadaşı mesela; hayatından ondan sadece bir kez bir şey istediğini anlatıyor. İstanbul’daki Antrepo binasının kirasıyla ilgili kolaylık istemiş, onu da yapmamışlar.

        Güneştekin sonradan tanıştığı insanlarla da çok kolay arkadaş olabiliyor. Sohbeti keyifli, karşısındakini dinliyor, görüşlerine kıymet veriyor ve kime hangi açıdan yaklaşacağını çok iyi biliyor. Dersini çalışmış gibi. Samimi, aynı zamanda bir beklenti ya da çıkar uğruna değil, gerçekten karşısındakine kıymet veriyormuş hissi uyandırıyor.

        Tek başına bir PR makinesi kısacası. Başarısının, medyatikliğinin sırrı da bunda gizli. Herkesle teker teker ilgilenip her yere yetişmesinin karşılığını alıyor. İşadamlarının onun neden sevdiğini, neden her sergisinden mutlaka bir iş aldığını anlamak da güç değil. Kimse kafasına silah dayandığı için almıyor sonuçta işlerini, sanatçıyı sevdikleri için sanatına da destek oluyorlar.

        YAŞAR KEMAL TAKTİĞİ

        PR yeteneği doğuştan gelmiyor tabii, öğrenilen bir meziyet. Ahmet Güneştekin’e yol haritasındaki en kritik dönemeci soruyorum ve bana tek bir isim veriyor: Yaşar Kemal’le tanışması. Onun manevi oğlu olduğunu birçok yerde dillendirdi, hakkında bir belgesel de çekti.

        Yaşar Kemal, yazarlığının dışında belki de Türkiye’nin en büyük lobisiydi. Romanlarında (bir tek Yalçın Küçük’ün dikkat çektiği) pek çok bariz kusura rağmen hakkında neredeyse tek bir olumsuz yazı çıkmadı ve efsane imajına hiç zarar gelmedi. Halbuki mesela o destansı romanlarında günde birkaç kere şafak oluyordu, ama bunu dile getirme ihtimali bulunan hemen herkesle dosttu.

        Köşe yazarları, ilerleyen yıllarda televizyoncular hep Yaşar Kemal’in dostuydu. Basının ona yaklaşımı övgünün de ötesinde tapınmaya yakındı daha çok. Ali Kırca’nın sadece Yaşar Kemal’e adadığı ucu açık “Siyaset Meydanı”nı hatırlıyorum mesela...

        Türkiye’de kapıların birkaç kişi tarafından tutulduğu, onların izni dışında hiç kimseye var olma fırsatı verilmeyen yıllarda Yaşar Kemal formülü çözmüştü. Birkaç edebiyat eleştirmenini tavlamak kolaydı, ama asıl önemli olan ağı genişletmekti. Nitekim Yaşar Kemal’in “dostları” arasında Vehbi Koç da vardı; Sakıp Sabancı ise ondan “Koca Yaşar” diye bahsedermiş.

        “Medya, sanat ve iş dünyasını bir araya getirdi” klişesinin hayata geçtiği an Yaşar Kemal’in cenazesiydi: Sağdan soldan bütün siyasetçiler, Mustafa Denizli’den Ertuğrul Kürkçü’ye kadar eklektik bir kadro vardı. Düşünün, Tuncay Özkan ile Cengiz Çandar’ı bir araya getiren bir cenazeyle uğurlandı Yaşar Kemal.

        Bu yıllar içinde teker teker uğraşılarak, özenle üzerinde çalışılarak kurulmuş ilişkilerin, “network” becerisinin karşılığıydı. Ahmet Güneştekin’in, onun manevi oğlu olduğundan bahsetmesi de bu yüzden anlamlı, ondan en önemli mirası kapmış. Aktörlerin isimlerini değiştirin, fark etmez. Formül bire bir Yaşar Kemal’in “oyun kitabı”ndan alınma ve başarıyla uygulanıyor.

        Ha, bu kötü bir şey mi? Asla bunu söyleyemem. En azından desteklenen bir sanatçı, yatırım yapılan bir sanat. Ne zararı olabilir ki?

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar