Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türk heyetinin ABD ziyareti son bir haftanın neredeyse en önemli meselesi oldu.

        Elbette böyle ziyaretler öncesinde her iki taraftan heyetler uzun soluklu bir çalışma yaparlar, birbirlerine veri aktarırlar, her iki ülke de karşı tarafın seçtiği pozisyonu neden seçtiğini bilir, baş başa yapılan görüşmede çok az sürpriz olur. Yine de bir umut ya da korkuyla, ziyaret esnasında olan biten her şeye anlam yüklenir. Türkiye’nin nasıl karşılandığından nasıl uğurlandığına, nasıl bir protokol izlendiğine kadar bakılır.

        Trump’ın Erdoğan’ı kapıda karşılaması da, aynı şekilde güzel uğurlaması ziyaretin “olumlu” cihetleri arasına girdi. Türk-Amerikan ilişkileri çok ama çok kötüleşsin, masa dağılsın, ilişkiler çöksün beklentisinde olanlar umduklarını bulamadılar.

        Türkiye-ABD ilişkileri olduğundan daha kötü bir noktaya gitmedi.

        Hatta taraflarda, anlaşamadıklarında anlaşmış olmanın verdiği bir rahatlık bile gözlemlenebiliyordu.

        Dahası, son bir hafta içinde Türkiye; Rusya, Çin ve ABD ile birkaç gün arayla, yani neredeyse eşzamanlı müzakereler yürüten, alternatifler arayan bir ülke olma konumunda olduğunu gösterdi. Trump’la görüşmenin kaç dakika sürdüğünden daha önemli olan nokta buydu.

        Öte yandan ziyaret “Trump’lı dönem şahane olacak” diyenleri mutlu edecek bir geleceğin muştusu filan da olmadı.

        ABD, IŞİD ile mücadelede aktif kara gücü oldukları mazeretiyle YPG’yi destekleme ısrarını sürdürdü. YPG’ye silah verildiği ve daha da verileceği netleştirildi. Türkiye Rakka operasyonunda olmayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan söz konusu tercihleriyle ilgili olarak ABD tarafına, “O halde size hayırlı olsun” dedi ve şunu ekledi: “Desteklediğiniz örgüt ya da örgütler bizim ülkemize tehdit oluşturursa gereğini yaparız. Bunu da kimseyle konuşmayız, kimseye danışmayız.”

        Dikkat çeken bir şey daha vardı: Obama’nın başkanlığının son demlerinde artan, 2016 ziyaretinde zirve yapan “Türkiye ve otoriterlik” vurgusu, bu ziyarette yoktu. Taze Başkan, görevi devraldıktan hemen sonra yaptığı işler yüzünden ağır baskı altında, azledilmesi dahi gündemde; yargıya müdahale dahil pek çok ithamla karşı karşıya. Başkan’ın durumu, ABD’yi başka ülkelere akıl veren, demokrasi denetimi yapan bir ülke olmaktan da alıkoymakta. Bizde biraz fazla sevilmesinin ya da ülkesinde fazla tepki görmesinin bir nedeni de bu olsa gerek.

        ÇÖZÜM SÜRECİ BEKLENTİSİ GERÇEKÇİ DEĞİL

        Bundan sonra ne olacak?

        ABD, IŞİD’le mücadele için PYD-YPG’yle partnerlik ilişkisini artıracak. Rusya, Esad’ı korumak ve örgütü ABD’ye kaptırmamak için PYD’nin yanında duracak. Türkiye ise sınırlarını ve milli çıkarlarını korumak için uluslararası alanda esnek bırakılmış noktaları kullanarak gücüyle orantılı müdahalelerde bulunacak.

        Malum, Türkiye ve ABD; PYD ve PKK hakkında farklı tehdit tanımları yapıyor. Biz, PYD ve PKK arasında fark olmadığını biliyoruz. Ama ABD, IŞİD’le mücadele stratejisinden mütevellit verileri çarpıtarak, PKK’nın terörist olduğunu ancak PYD ile ilişkili olmadığını ileri sürüyor.

        ABD’nin yaptığı tanım ve PYD-YPG’ye verdiği desteğin netleşmesi, Türkiye’nin terörle mücadele stratejisinin kapsamını etkiler mi?

        Bu doğrultuda ileri sürülen bazı tezlere, çözüm süreci benzeri yeni girişimler olacağı tezine pek ihtimal vermiyorum.

        MHP ile yapılmış uzun soluklu ittifak, yakın zamanda bitecek gibi görünmeyen OHAL konsepti, mücadeleden müzakereye geçmek için uygun bir zemin gibi görünmüyor. Kaldı ki, PYD-YPG hem ABD hem de Rusya tarafından kollanırken, Türkiye sınır ötesine ancak sınırlı operasyonlar düzenlemek zorunda kalacak, buna mukabil ağırlığını içeride temerküz ettirmek isteyecektir.

        Velhasılı böyle bir durumda devlet refleksinin, PKK’yla ilintili alanı daha geniş yorumlamak, bu kapsamda gördüğü unsurlara karşı daha sert tavır almak şeklinde gerçekleşeceğini öngörmek bile mümkün.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar