Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        28 Nisan günü Atlantik Konseyi İstanbul Zirvesi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuzey Suriye’de devlet kurma teşebbüsü içinde olanların faaliyetlerinin karşılıksız kalmayacağını yeniden vurgulayan bir konuşma yaptı. Konuşmanın asıl önemli kısmı NATO’ya ve ABD’ye yapılan çağrıydı. Devletlerin terör örgütleriyle ilişki kurmalarını eleştiren Erdoğan, özellikle NATO üyesi ülkelerin birbirleriyle ilişki kurmak yerine terör örgütlerinden yardım almalarına son vermeleri gerektiğinin altını çiziyordu. Proxy de denilen vekâlet savaşlarında denizin bittiği noktaya işaret eden söz konusu “açık seçik” çağrıya nasıl gelindiğini anlamak için son 4 gün içinde olanlara bakmak gerekiyor.

        25 Nisan günü TSK saat 02.00’de düzenlediği hava harekâtını şöyle duyurdu: “Ülkemizin ve milletimizin birlik, bütünlük ve güvenliğine kasteden bu terör yuvalarının yok edilmesi maksadıyla; uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız kapsamında 25 Nisan 2017 günü saat 02.00’de, Irak kuzeyi/Sincar Dağı ve Suriye kuzeydoğusu/Karaçok Dağı bölgelerine hava harekâtı icra edilmiş ve belirlenen terörist hedefleri tam isabetle vurulmuştur.”

        Neden bu mevkiler seçilmişti? Sebebi malum. PYD-YPG güçlerinin bağlı olduğu PKK anılan bölgeyi ikinci Kandil yapmak istediği için.

        Beş peşmergenin hayatını kaybettiği dokuzunun da yaralandığı hava harekâtı için Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Peşmerge Bakanlığı, “Kabul edilemez” açıklaması yaptı. Ancak şunu da ekledi. “Sorun tamamen PKK’nın bölgede bulunmasından kaynaklanmaktadır. Onların orada bulunması bölge halkı ve Kürdistan Bölgesi için baş ağrıtmaktadır.”

        Sincar ve Karaçok’taki operasyonun hayli başarılı olduğu, en az 70 PKK’lı teröristin öldürüldüğü haberlerine ABD, Rusya ve Kuzey Irak yönetimlerine haber verilmesine rağmen nasıl olup da PKK’lıların bölgeyi terk etmediği mevzuu eşlik etti.

        Soruyu üzerine alınıp açıklama yapma borcu olduğunu hisseden ilk ülke elbette ABD oldu. DEAŞ karşıtı koalisyonun sözcüsü Albay John Dorrian, Türkiye’nin, harekâttan çok kısa bir zaman önce bilgilendirme yaptığını, bu nedenle “müttefik kuvvetleri” bölgeden çekmek için yeterli zamanları olmadığını beyan etti.

        ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner bir gün sonra Türkiye’nin, Irak’ın Sincar ve Kuzey Suriye’de Karaçok Dağı’na yönelik düzenlediği hava saldırılarıyla, bu bölgede bulunan Amerikalı askerlerin hayatını riske attığını söyledi. Bu iddialı çıkış orada bulunan gazetecilerden birinin sorduğu soruyla daha ilk anda gölgelendi: “Türkiye, YPG’nin üssüne düzenlediği hava saldırısını ve ayrıntıları ABD’ye erken haber verseydi, ABD engel olmaya çalışırdı ya da YPG’yi uyarırdı. Bu durumda Türkiye’nin hava saldırılarını ABD’ye erken haber vermesini nasıl bekleyebiliriz?”

        Toner, top çevirdi ve sorunun Türkiye’nin niyetinden ziyade bir “koordinasyon” ve “eşgüdüm” sorunu olduğunu ifade etti. Ama bu tür saldırıları ve yaklaşımları kabul edilemez bulduklarını dile getirmekten geri adım atmayacaklardı.

        Dün yapılan Atlantik Konseyi İstanbul Zirvesi’nde yapılan toplantıda Türkiye’nin de geri adım atmayacağı duyurulmuş oldu. Bir nevi “Bataklığa dönüşen şartların tebdili için gereken ne varsa yapmaya hazırız, ama bir terörden arınmak için başka bir terörü araçsallaştırma aklına direneceğiz” denilmiş oldu.

        Sözün özü, “Trump yönetimi bastırınca Türkiye de ‘PKK ayrı, PYD ayrı’ demeye başlayacak” diyenler yanılmış oldu. “Rusya ile ilişkiler düzelince ‘Esed’ gidecek ‘Esad’ gelecek” diyenlerin yanıldığı da ortada. Sorun ve çözüm teşhisleri değişmedi ama önceliklerin değişmesi daha karmaşık yolların tercih edilmesini zorunlu kılmış gibi görünüyor. Rakka meselesi de o karmaşık yolların kesiştiği yerde duruyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar