Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Binali Yıldırım, dün medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda, “Benim için bu bir referandumdur, 50 artı 1 yeterlidir. Kimse bunun ötesine geçip bir anlam çıkarmasın. Her partinin içinde olumlu düşünen de olabilir, olumsuz düşünen de olabilir. Benim gördüğüm kadarıyla rahat bir ‘Evet’ çıkacak” diyor.

        Keşke referandum için yapılan kampanya başından itibaren bu diskurla yürüseydi. Ama öyle olmadı, hem model değişimine milletin karar vereceği söylendi hem de parti, tandans, grup, ideoloji aidiyetlerinden bağımsız olarak söz konusu modeli doğru bulmayanlar bile “vatan haini” torbasına konularak ortak bir muameleye tabi tutuldu. “Madem ‘Hayır’ demek böyle kötü bir şey, o zaman neden ortaya sandık koyup milleti suça teşvik ediyorsunuz? Madem öyle iki seçenek sunun, biri ‘Çok Evet’, diğeri ‘Az Evet’ olsun” yorumları aldı yürüdü.

        REFERANDUMDAN SONRA

        “‘Hayır’ çıkarsa sonuçta hiçbir şey değişmeyecek arkadaşlar, Cumhurbaşkanı yine Cumhurbaşkanı, Başbakan yine Başbakan” diyen, haklar ve özgürlükler konusundaki kazanımlarını yitirme korkusu taşıyan AK Partili tabanı müsterih kılmaya çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun erenlere karışmış gibi davrandığı bir atmosferde “Evet tarafı” ister istemez kavga etmeye hevesli taraf gibi göründü.

        Ancak model değişikliği “mühim mesele” olmakla beraber kavga konusu yapılamayacak kadar teknik bir konu, ne AK Parti’nin ne de MHP’nin kararsızları modelin vatana ihanet-vatana sadakat bağlamında tartışılmasına olumlu bir karşılık verdi.

        Gelinen noktada “‘Hayır’cılar teröristtir demiyoruz, ‘Hayır’ verenlere bir bakın diyoruz” söylemi benimsenmiş görünüyor. Dahası Başbakan Binali Yıldırım’ın “Bu bir referandumdur, kimse bunun ötesinde bir anlam çıkarmasın” söylemi anlamlı ve yerinde.

        Başbakan Yıldırım “seçim barajı” ve “Siyasi Partiler Kanunu”nun referandumdan sonra değişebileceğini söylemiş. Başından beri model değişikliğinin bu iki kanunla ilgili değişiklikleri de kapsaması gerektiğini savunuyorum. Gerekçelerini de ilk 10 Aralık 2016tarihli yazımda paylaşmıştım. Tekrar hatırlamakta fayda var. Yürütmenin ve yasamanın aynı gün yapılan seçimde belirleneceği, cumhurbaşkanının partili olacağı ve ABD tipi başkanlıktan farklı olarak görev boyunca partisinin başında kalmaya devam edebileceği bir modelde yürütme karşısında yasamayı nispeten güçlü kılmanın tek yolu vardır.

        Çoğulcu bir Meclis ve bağımsız vekil teşekkülüne imkân vermek. Kaderi cumhurbaşkanı-parti başkanının iki dudağı arasında olan vekil yasama faaliyeti sırasında da, yüksek yargı organlarıyla ilgili seçimlerde de bağımsız davranamaz.

        Bağımsız davranabilmesi için parti başkanından bağımsız, kendisini seçen bölgeye karşı sorumlu olacağı bir metotla o Meclis’e girmiş olması gerekir. (Bunun için daraltılmış bölge metodu ya da düşük baraj uygulamasının getirilmesi gerekiyordu.)

        Bağımsız davranabilmesi için parti disiplininin katı biçimde uygulanmasına olanak tanıyan parlamenter sistem mevzuatıyla bağlı olmaması gerekir. (Bunun için de mevcut Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi gerekiyordu.)

        ‘HEMEN’ FAZINA GEÇİLMELİ

        Yıldırım, söz konusu değişikliklerin 2019’a kadar yapılacağını söylüyor. Mantıklı bir gerekçe de ileri sürüyor: “Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasası’nın zaten düzeltilmesi lazım. Bu yeni sistemle zaten istikrar sandıkta sağlanacak. Dolayısıyla Meclis’te istikrar sağlansın diye var olan önlemleri sürdürmenin anlamı kalmayacak. Seçim barajı düşürülebilir. Bizim kafamızda birtakım modeller var ama bunları referandumdan ‘Evet’ çıkması halinde partilerle konuşmamız gerek.”

        Kanımca “zaten” ile yetinilmemeli, “hemen” fazına geçilmeli. Hiç 2019’a kadar bırakmadan. “Ama referanduma 20 gün kaldı, nasıl olur?” demeden. Olur, bal gibi olur. Olamıyorsa, zorsa, güçse hiç değilse millet aynı teminatı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından, kesin ifadelerle duymalı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar