Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAYIR! Burçlardan bahsetmiyorum. Gerçi astroloji de ilgimi çekmiyor değil. Benim burcumda doğan Wolfgang Amadeus Mozart, Jules Verne, Thomas Edison, Charles Darwin gibi isimleri duyunca kendime birazcık pay çıkarmak için Kova burcunun tüm özelliklerini en ince detayına kadar okumuş bulunmaktayım. Ama yine de bu açıklamaların bilimsel yönü var mıdır, varsa nasıl bir hipotez üzerine kurulmuştur hiçbir fikrim yok. Benim size bahsetmek istediğim, bilimsel olarak ispatlanan çok ilginç başka bir gerçek var ve bu gerçek son 5 aydır bilim dünyasında gündem konusu.

        Yapılan istatistiki araştırmalara göre göz fonksiyonlarımız, yeme alışkanlıklarımız, mental durumumuz, psikolojik bozukluklarımız, daha birçok sağlığımız ve kişiliğimizle ilgili sorunlarımız hatta hatta inançlarımız, doğduğumuz ayla ve mevsimle ilişkili.

        Milattan Önce 460’lı yıllarda öne sürülen bu ilginç yaklaşımın son yıllarda gündeme gelmesinin sebebi nedir? Modern tıp dünyası bir zamanlar duymaya tahammül edemediği bu savları neden incelemeye başlamıştır? Şu sıralar çok sorulan bu soruların sanırım tek bir yanıtı var: Yeni tedavi yöntemleri geliştirmek.

        Yeni yaklaşımlara örnek olarak geçen hafta da bağırsak bakterilerinin beyin fonksiyonumuzu nasıl etkilediğini yazmıştım hatırlarsanız. Tamamen bilimsel metotlar kullanılarak yapılan araştırmalar insanoğlunun gerçekten de akla gelmedik faktörlerin etkileriyle sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Örneğin İsveç’te 3 milyon insan üzerinde yapılan bir araştırmayla ilkbaharda doğanların diğerlerine oranla malignant melanoma (cilt kanseri) ve multiple sclerosis (MS) geliştirme olasılığının çok daha yüksek olduğu ispatlanmış. Tabii ki çevre faktörleri ve yaşam alışkanlıkları sağlığı çok büyük oranda etkilemektedir. Lakin aynı çevre ve alışkanlıkta olanların aynı sağlık sorunlarıyla yüz yüze kalmadığı da bir gerçektir. Buna açıklama olarak sadece “genetik” ileri sürülse de tek başına fazla bir anlam taşımadığı için incelenmesi gereken başka faktörler de tıp dünyasında devreye girmiş bulunmakta. Örneğin depresyonla intihar eğilimine girenlerin, şizofrenlerin, astım ve Parkinson hastalarının % 90’ının sonbahar ve kış döneminde doğdukları fark edilmiş. Bunun ardında yatan sebepler son 2-3 yıldır hızla araştırılıyor. İlk bulgulara göre bu dönemlerde doğanların beyinlerinde “sol superior temporal gyrus” denilen bölge diğer ayda doğanlara oranla çok daha küçük. Peki buna sebep nedir? Henüz kimse bilmiyor!

        Prematüre doğan bebeklerin çoğu neden mayıs ayı doğumludur? İlkbahar ve yaz döneminde doğanlar neden daha şen şakrak, esprili, sosyaldir ve güçlü bir bağışıklık sistemi geliştirmişlerdir? Bu tür soruları aydınlatmak için en detaylı araştırmalar özellikle Princeton Üniversitesi’nden geliyor. Araştırmacılardan Dr. Janet Currie ve Dr. Hannes Schwandt yayımlanan bilimsel makalelerinde “Acaba daha sağlıklı bir nesil için çocuğumuzun doğum aylarını hesaplayarak mı hamile kalmalıyız?” sorusunu sıklıkla yineliyorlar. Bu yaklaşım ne kadar mantıklı tartışılır... Eğer bu şekilde bir hesaplamaya yıllar önce girilseydi yukarda saydığım dâhilerin hiçbirisi dünyaya gelmezdi. Benim dünya tarihinde isim yapmış burçdaşlarımın çoğunun “normal” olarak anılmadığı bir gerçek. Hemen hepsinin sayısız sağlık sorunları da vardı. Çılgınlıkları ve o sağlık sorunlarına rağmen insanlık tarihine katkıları bugün sürdürdüğümüz hayatın yapıtaşlarını oluşturuyor. Bu her burç için, her yaratıcı insan için geçerli elbette. Sağlık sorunları olmasın diye yaratılmak istenen tek tip insan tek renk boya kalemle gök kuşağı çizmeye benzer. Bu dünya rengârenk güzel.

        Güneş yağı sürerek nelere sebep oluyormuşuz!

        BAZI güneş yağlarının kokusu beynimize öylesine kazınmıştır ki kış ortasında bile olsak aynı kokuyla hemen kendimizi kumların üzerinde hissediveririz. Bizi böyle romantik hayallere sürükleyen güneş yağları meğerse denize girdiğimizde suya karışarak deniz mini canlılarının hayatına son veriyormuş. “Yok canım koskoca denizde ne kadar güneş yağı olacak ki canlıları öldürsün. O kadar tehlikeli olsa vücudumuza sürdüğümüz an biz ölürüz” diyenleri duyar gibiyim. Böylesi tepki göstereceklere de bilim insanları yanıtlarını hazırlamışlar: Güneş yağlarının içeriğinde nano partiküller, titanium dioksit ve çinko oksit bulunmaktadır. Bu maddeler su içerisinde güneş ışınlarıyla bir araya geldiğinde toksik maddeye dönüşerek daha çok kıyıya yakın yaşayan, bebek balıkların yediği mini canlıları yok ederler. Bu yüzden tüm okyanusu etkilemeseniz bile girdiğiniz kıyıdaki biyolojik dengeyi bozmaktasınız. Özellikle tüm Akdeniz kıyısı bir yaz boyunca turistlerle dolup taştığından Akdeniz kıyılarındaki bebek balık sayısı geçen senelere oranla yarı yarıya düşmüştür.

        “Peki, güneş yağı değil de ne sürelim?” diye soracak olursanız ona da bir yanıtları var: “Güneş yağınızı sürün ama denize girmeden önce duş alın. Aynen havuza girerken duş aldığınız gibi... O denizden çıkan balıkları bir 10 yıl sonra yemek istiyorsanız bu zahmete katlanmak zorundasınız.”

        Çocuğunuzun zekâsını gösteren çizimler

        4-5 yaşlarında bir çocuğun çizdiği insan resimleri hepimizin hoşuna gitmiştir. Diken diken saçlar, dolma parmaklar, kepçe kulaklar... Çoğumuz yüzümüzdeki o gülümsemeyi sabitlemek için duvarımıza, buzdolabımızın üzerine asmışızdır. Geçen hafta yayımlanan bir bilimsel araştırmaya göre o resimler aslında çocuklarımızın zekâsının bir yansıması. Resimlerde çizdikleri insan uzuvlarının sayısı arttıkça zekâ düzeyi de paralel olarak artıyor. Puanlama 12 üzerinden yapılıyor. Örneğin çizilen resimde baş, gövde, kollar, bacaklar, parmaklar, göz, ağız, burun, kaş, kirpik varsa puan 12. Her eksik olan uzuv için bir puan eksiltiliyor. Araştırmanın tüm detayı önümüzdeki hafta Psychological Science isimli bilimsel dergide yayımlanacak.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar