Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "NE sevgisi? Bizim derdimiz başımızdan aşmış. Konu ne zaman sevgiye geldi ki?" dediyseniz; bingo! İşte asıl mesele de o zaten! Gerçek anlamda bir türlü oraya gelemedik. Ciddi problemlerle uğraşmaya dalınca duyguları bir kenara bırakmak gerektiğini düşündük hep.

        Oysa beyin ve kalp ayrı bedenlerde işlev görmüyor. Verilen ciddi kararlarda ne kadar mantık ön planda tutulmaya çalışılsa da perde arkasındaki suflör her zaman duygulardır. En azından insanlık tarihine bir göz atın. Kurulan ve yıkılan imparatorlukların da, bugün devam eden politik savaşların da ardında karar konumundaki liderlerin ve çevrelerindeki ekip elemanlarının duygularının çok büyük etkileri vardır.

        Salt mantık ve zamana göre kitap üzerindeki doğrularla hareket edildiği iddia edilse de varılan nokta, aslında ya kin, ya nefret ya da sahiplenme hırsı gibi çoğu negatif duyguların eseridir. Sebep olarak gösterilen güzel amaçlar, sevgi ve idealizm, annelerimizin eskiden mutfaktaki tüplerin tepesine geçirdiği fırfırlı örtülere benzer. Görüntüyü kapatır ama aslında altında ne olduğu malumdur.

        Dünya tarihinde sadece halkının haklarını savunma amacıyla verilen savaşların sayısı bir elin parmaklarını geçmez ne yazık ki. Yaşanan bireysel aşklar için verilen savaşlarla kaybedilen topraklar; güç gösterme, baskı kurma hegemonyası ve din ayrımından kaynaklanan nefret yüzünden yok olan milyonlarca asker ve siviller, tarih kitaplarının sayfalarını süslü kelimelerle kabartır.

        Sevgi, en çok ileri sürülen ama en fakir olduğumuz duygudur tarihte. Yaradan, vatan, halk sevgisi... Ağızlar bir açıldı mı mangalda kül bırakılmaz. Çünkü toplum psikolojisi bilinir, nabza göre şerbet verilir. Alkışlar, gözyaşları bir duygu selidir gider...

        Bireyselde de öyle değil miyiz aslında? "Falancaya âşığım, deli gibi seviyorum" sözlerinin bir türlü yakışmadığı insanlar vardır mesela. "Yokya!!!" diyesin gelir. "Yaşlılar evinde yatan anne ve babanı görmeyeli yıllar olmuş. Evinde saksı çiçeklerine bir yudum su vermeyi unutarak kurutan sen; çocuk, hayvan, kendinden farklı düşünen insan sevmeyen sen, aşkı tadabildin demek ki" diye sorgulayasın gelir.

        "Âşığım, tapıyorum" der, ya damdan atlar ya da kendisini istemiyor diye "büyük aşkını" damdan atar. Ardından birde utanmadan ağlar. Aşkı, sevgiyi bir türlü anlayamadığımızı artık kabul ediversek, belki de bazı yanlışlar kendiliğinden doğruya dönüşecektir.

        Biliyorsunuz bu cuma, Sevgililer Günü. Bilimsel dergiler bile günün anlam ve önemini vurgulayan makaleler yayınlamış. Şöyle bir gözden geçirdim. Ne de olsa bilim köşesi yazıyorum ya ben de sizlere aktarmak istedim. Yapamadım!

        Aslında aşkın ve sevginin insan vücudunda "dopamin, adrenalin, nöroepinefrin, oxytocin" salgılanmasına bağlı olduğunu yazmak istemedim. Bu hormonları dışarıdan zerk ederek hiç âşık olmayan bir insanın, sevmediği bir insana âşık edilebileceğini savunanların bir ton proje parası almalarını ve bu paralarla piyasaya "Kendine âşık et" ürünleri üretmeye başlamasını son derece "acayip" buldum.

        İnsanoğlu kas, sinir ve hormonlardan oluşmuş bir robottan öte çok özel bir varlık. Sevgi ve aşk ise tüm evrenin (bana göre) en güçlü enerjisi. Bilim çok boyutlu bu değeri 2 boyutlu yaklaşımla asla çözemez. Hele kanda artan birkaç hormonu tespit etmekle aşkı açıklamanın yanına yaklaşamaz. Sevginin nasıl olması gerektiğini değil, nasıl olmaması gerektiğini bilmek yeter. Hepsi bu!

        14 Şubat sevgi gününüz kutlu, yaşamınız sevgiyi kılıf olarak kullananlardan uzak, gönlünüz gelmek için sabırsızlıkla bekleyen gerçek sevgilere açık olsun...

        Deniz ürünleri sevenlere önemli uyarı

        GÜNEY Caroline Tıp Fakültesi böbrek hastalıkları uzmanları, geçen hafta "American Society of Nephrology" isimli dergide yayınladıkları bir makaleyle deniz ürünü sevenleri hayal kırıklığına uğrattılar. Yapılan araştırmaya göre, iklimsel değişikliklerden dolayı denizlerde alglerin miktarı, buna bağlı olarak da özellikle midye ve karides gibi kabuklu deniz ürünlerinde böbreklere çok zararlı olan "domoik asit" oranı arttı. Bu yüzden haftada iki kez bile olsa bu ürünleri birer öğün tüketmek, böbrek fonksiyonlarını ciddi oranda bozmakta. Bu verilerle Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'ni (FDA) arayan i

        proje yöneticisi Dr. Darwin Bell, resmi yollarla bu buluş hakkında halkın bilinçlendirilmesini istedi.

        Pişirmekle "inaktive" olmayan "domoik asit"in oranının okyanuslar dışındaki "küçük" denizlerde daha da yoğun olduğu söyleniyor.

        Kafein bağımlıları, bu haber de sizler için

        HALK arasında "Kafein bir vitamindir", "Kan grubum diyet kola" esprileriyle kafeine olan bağımlılığın dile getirildiğini duymuşsunuzdur. Her ne kadar kahvenin ve hatta kolanın sağlık üzerindeki bilinmeyen pozitif etkileriyle ilgili çok sayıda makale yazılmış olsa da geçen hafta yapılan basın toplantısında bunun tam tersi iddia ediliyordu.

        John Hopkins Üniversitesi bilim insanları, enerji içecekleri, kola ve kahve yani kısaca kafein bağımlılığının sağlık üzerinde ne derece geri dönüşümsüz hasarlar oluşturabileceğini anlattılar. "Journal of Caffeine Research" isimli bilimsel dergide de altı çizilen uyarılar özetle şöyle: Günde bir fincan kahve ya da bir bardak kolanın üzerine çıkıldığı anda vücutta bağımlılık baş gösterir. Bu bağımlılık aslında kafein bağımlılığıdır. Bu tür bireylerin yüzde 90'ında anksiyete, uykusuzluk, yüksek tansiyon, kalp atış düzensizliği ve idrar yolları hastalıkları gözlenmektedir. Alışkanlık bazen alkolizmle eş derecede bırakılması güç bir probleme dönüşmekte, hastalar bir psikoloğa yönlendirilmektedir.

        Özetle karar sizin. Ya bir fincan kahve için, ikram edenin 40 yıl hatırı ve sizin de keyfiniz olsun ya da içtiğiniz fincan sayısını artırın, sağlık sorunlarınız ve bir psikoloğunuz olsun.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar