Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sizler için süper ilginç bilim haberlerim var bu hafta. Hepsinden bahsetmek için yerim yok maalesef. Onun için lafı hiç uzatmadan başlıyorum. Her haberin ardından aklıma gelen sorular da olacak... Ya yanıtlar? Bulan, bilen haber versin... Gazetemiz yorumlarınıza, karşılıklı tartışmalara her zaman açık.

        İKİ TANECİK ÇALIŞAN BEYİN HÜCREN OLSUN YETER!

        Salyangoz!Fransız mutfağının vazgeçilmezlerinden, sırtında evi “boynuzlar” dimdik ağır ağır bitkilerin üzerinde kayıp giderken ardında bıraktığı iz yüzünden adını sümüklü böcek taktığımız, elimizi bile sürmeye çekindiğimiz, biyolojide Mollusca (yani yumuşakça) olarak anılan şirin hayvancıklar... Geçen hafta bilim üzerine yapılan bir basın toplantısının konusuydular. Sussex Üniversitesi bilim insanları salyangozların sadece iki adet aktif beyin hücresi (nöron) ile hayatlarını sürdürebildiklerini ve bunlarla oldukça karmaşık kararlar verebildiklerini keşfetmişler... Hücrelerden biri “Acıktım” sinyali veriyor, diğeri de (mesela) “Al işte yaprak buldum” diyor, sonra iki hücre birlikte yemek için karar veriyorlar. Bu döngü ise bütün yaşamlarını şekillendiriyor... The Journal Nature Communications isimli bilimsel dergide yayımlanan bu araştırmanın amacı robot yaparken “karar verme” mekanizması oluşturabilmek için doğadaki en basit canlıyı bulmak ve model olarak kullanmak. Öyle görünüyor ki salyangoz bu amaç için biçilmiş kaftan.

        Bu haberi okuyunca düşündüm de biz insanoğlu kafatasımızın içerisinde 100 milyarın üzerinde hücre taşıyoruz. Buna rağmen uzaktan bakıldığında salyangozdaki o iki beyin hücresinin yarattığı yaşam döngüsü üzerine bir hayat kurmuşuz. “Acıktım” ve “Al sana yemek”... Arada da ufak tefek üretimler, duygusallıklar, itişmeler, tepişmeler... Kapasitemizin farkında değil miyiz neyiz? Karın doyurmak yaşamımızın aracı değil amacı olmuş resmen. Sizce bunun farkına ne zaman varacağız?

        MISIR FİRAVUNU TUTANKAMON'UN 'UZAYLI' HANÇERİ VE BENİM PASLI TENCEREM!

        ÇoğunluğuMısırlı, Amerikalı ve İngiliz bilim insanlarından oluşan bir ekibin 2007 yılından bu yana antik Mısır’ın kraliyet mezarları ve mumyaları üzerinde yürüttükleri araştırmaların ilginç sonuç- ları bu yılın başından beri zaman zaman gündeme gelmekte. Mısır’da milattan önce 1332-1323 yıllarında yaşayan ve ülkesinde ilk kez tek tanrılı (Aten isimli) dini kuran, 17 yıllık kısacık hayatında son derece gerilimli yaşayan halkına barış getirebilen Tutankhamun’un (Tutankamon olarak da geçiyor) adını duymamış olabilirsiniz. Fakat Mısır’ın sembollerinden biri olan maskesinin ya da heykellerinin resimlerini mutlaka görmüşsünüzdür. 1925 yılında İngiliz arkeolog Howard Carter incelemeleri sırasında Tutankamon’un mumyasındaki sargı bezleri arasında iki hançer bulmuştu. O hançerler fazlaca analiz edilmeden direkt olarak turistlere sergilenmek üzere müzeye kaldırılmıştı. Hançerlerden birinin (3300 yıl içerisinde) paslanmadan kalması dikkatleri çekince özel tekniklerle kimyasal yapısı incelenmeye başlandı. Sonuç geçen hafta “Hançer bu dünyadan değil” sözleriyle halka duyuruldu! Çünkü yapımı sırasında kullanılan demir ‘extraterrestrial’ yani uzaylı olarak tanımlandı. “Peki o demiri nereden bulmuşlar?” diye soracak olursanız; kimyasal yapısı İskenderiye’nin 240 kilometre batısına düşen bir gökta- şının kimyasal yapısıyla (nikel ve kobalt oranı açısından) çok benzer.

        Binlerce yıl önce demir paslanmasın diye çözüm üreten Mısırlıları okuyunca mutfağımdaki demir tencere geldi aklıma. Hâlâ o ağır şeyi makinede değil elde yıkayıp özenle kuruluyorum paslanmasın diye... 21. yüzyılda “Neva demir tencerede yemek pişirmeyi seviyor” diye göktaşından tencere yapacak halimiz yok ama doğru oranda bile- şimleri bir araya getirerek demir tencere kullanma merakımı “passız”’ bir şekle dönüştürmeyi hâlâ beceremediğimiz garip bir gerçek. Bu kadar teknolojik gelişme arasında bunun gibi basit problemlerimize neden çözüm üretemiyoruz?

        KİŞİLİĞE GÖRE VÜCUT ŞEKLİ!

        BU buluş insanlar için ne kadar geçerli bilmiyorum ama en azından balıklarda böyle: Vücut şekli kişiliğe göre değişiyor. Akvaryumlarda çizgili, parlak, minik zebra balıkları görmüşsünüzdür... Onlar üzerinde yapılmış bu araştırma. North Carolina Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bu projede zebra balıklardan utangaçlar bir akvaryuma, cesur olanlar diğerine alınmış. (Bu seçimi nasıl mı yapmışlar? Farklı bir ortama taşındıklarında, etrafı incelemeye başlamadan önce 1 dakikanın altında kıpırdamadan kalanlar “cesur”, 3 dakika süreyle hiç kıpırdamadan donmuş gibi bekleyenler ise “utangaç” olarak nitelendirilmişler...) Birkaç nesil sonunda cesur olan balıkların utangaçlara göre daha uzun boylu, büyük kuyruklu “yakışıklı” yavrular yapmaya başladıklarını fark etmişler. Araştırmanın detaylarını Animal Behaviour isimli bilimsel dergide bulabilirsiniz. Her ne kadar imkânsız olsa da insanlarda benzer bir araştırma yapılsaydı çocuklarının arasındaki genetiğe bağlı “fenotip” (kalıtsallıkla oluşan fiziksel görünüm) farklılıkları nasıl olurdu acaba merak ediyorum.

        BAĞIRSAK KANSERİNE CEVİZ

        Böylesi haberler pek moda şu sıralar. Ben de mümkün olduğu kadar sağlık problemlerim için doğal çözümleri uygulamaya çalışıyorum. Lakin iddia edilen önerilerin ardında bilimsel araştırmaların varlığı çok önemli. Connecticut Üniversitesi bilim insanları geçen hafta Cancer Prevention Research isimli bilimsel dergide böylesi bir araştırmanın sonuçlarını yayımladılar. Farelerde yapılan deneylerde her gün ceviz yedirilen farelerde 2.3 kez daha az bağırsak kanseri görüldüğü iddia ediliyor. Farelere verilen ceviz miktarı insan vücut ölçülerine göre hesap edildiğinde yaklaşık 28 gram cevize denk geliyor. Bir ceviz 4-5 gram geldiğine göre alerjisi ya da başka sağlık engeli olmayanlar için günde 5-6 ceviz yemekte fayda var gibi görünüyor. Prostat ve meme kanserine karşı da koruyucu olarak önerilen cevizin içerdiği kanserle savaştaki etkin madde hangisidir hiç bahsedilmemiş. Omega 3 olabilir mi? Bu araştırmalarda kontrol grubu olarak ceviz yerine sadece omega-3 desteği kullanılmamış.

        KANSER HÜCRELİ SADECE ŞEKER DEĞİL YAĞ DA SEVİYOR

        Konukanserden açılmışken yine geçen hafta Cancer Research isimli dergide çıkan makaleden bahsetmeden geçemeyeceğim. İsveç’teki Lund Üniversitesi bilim insanları radyasyon ve kemoterapi ile birçok kanser hücrelerinin aktiviteleri durdurulabilirken bazı kanser hücrelerinin hiç etkilenmeden agresif olarak çoğalmalarının ardında çok ilginç bir sebep bulmuşlar. Bu hücreler etraflarında yağ toplayarak kendilerini gerek bağışıklık sisteminden gerekse kullanılan tedavi yöntemlerinden (kısacası yağları kendilerine kalkan ederek) koruyorlar. Yağ aynı zamanda o bölgeye (kanser hücrelerinin hiç sevmediği) oksijenin de ulaşmasını kısıtlıyor. Anlaşıldığı üzere bazı “kavgacı” kanser hücreleri kendilerini nasıl koruduklarını bu araştırmayla ele vermiş durumdalar. Peki buna bir çözüm var mı? Evet! Kan sulandırıcı olarak kullanılan “heparin” bu kanser hücrelerinin etrafında yağ tutmasını engelliyor. Bu araştırmayı takiben onkologlar, radyolojik ve kemoterapi tedavileri sırasında yeni bir uygulamayı daha plana dahil etmeyi uygun görüyorlar.

        Bugün ramazanın ilk günü. Vücudumuzdaki fazla yağlardan kurtulmak için harika bir dönem. Sadece yağlardan değil negatif düşünce, yalan ve başkalarının ihtiyacı olan, hiçbir şekilde kullanmadan depoladığımız eşyalardan da “kurtulma”, başka bir deyişle fiziksel ve manevi arınma zamanı.

        Dilerim ramazan ülkemiz ve tüm gezegenimiz için beklenen, özlenen güzellikleri getirsin...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar