Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son iki yıl içerisinde insan psikolojisini inceleyen uzmanlar, özellikle terör olaylarına sebep olan mantaliteye ve terörle mücadelede izlenmesi gereken yollar üzerine yoğunlaşmış bulunmakta. 14 Ocak tarihinde Science Daily Dergisi’nde Duke Üniversitesi psikologlarının yapmış oldukları açıklamalar biraz önce anlattığım içgüdüsel tavrımın aslında ne kadar doğru olduğunu savunuyor. Prof. Dr. David Schanzer sözü geçen makalesinde Amerika’da özellikle İkiz Kuleler’e yapılan saldırı sonrasında gündeme getirilen din tartışmalarının ülkede süratle terörist saldırılarını körüklediğini, zenci beyaz ayrımını yeniden hortlattığını iddia ediyor. Yüzlerce polis ve tutuklanan kişilerde yapılan psikolojik analizler sonucunda her türlü agresif saldırının ardında (iki tarafta da) mutlaka güvensizlik, umutsuzluk, değer ve saygı görmeme duygularının yoğunlaştığı öne sürülüyor. “Zaten bilinen bir gerçekti bu” diyenlere Dr. Schanzer, “O zaman bilinen bu gerçek için yapılan nedir?” sorusunu soruyor. Stanford Üniversitesi sosyologları da bundan iki ay önce Personality and Social Psychology Bulletin isimli bilimsel dergide politikacıların toplumla konuşma tarzı üzerine bir makale yayımladılar. Altı çizilen anafikir yine aynı: “Bir politikacının sözü bittiğinde dinleyenler kendilerinin ciltlerinin rengini, gözlerinin şeklini, dinlerini, mezhep ve kökenlerini, bireysel fikirlerini bir kenara iterek birlikte gerçekleştirilecek pozitif misyonlara odaklanmışlarsa o konuşma başarılı bir konuşmadır. İnsanoğlu aslında özünde motivasyon, huzur ve saygıyı gördüğü yerde ayrışmacılığı, saldırganlığı bırakan, üretici ve uzlaşıcı varlıklardır.”

        Yaşadığımız bunca kaos içerisinde bu sözler kulağa biraz “pembe dizi”- lerden alınmış üstü şeker kaplı sözler gibi gelse de düşünmek gerek... Bilimsel veriler bunlar. Asırlardır süren problemlere asırlardır uygulanan aynı “saldırı stratejisi”, içeriye doğru açılan kapıyı dışarıya doğru itmek gibi hissedilmiyor mu? Kaç asır daha iteceğiz bu kapıyı? Yanlışla verilen savaş da aynı yanlışı kullanarak doğruya ulaşılacağını savunmak da aynı çemberde dönüp durmaktan ibaret aslında. Hakikaten artık daha yeni stratejiler oluşturma zamanı gelmedi mi? Bilim her konuda olduğu gibi bu konuda da çözümlerle ve önerilerle dolu. Aksi takdirde sadece ülke olarak düşmanlarımızla değil bireysel hayatımızda da anlaşamadığımız eşimizle, evladımızla, komşumuzla, patronumuzla kısacası o zenci adamın dediği gibi “ruhuna şeker sunsak tuz sanacaklarla” işimiz, derdimiz hiç bitmeyek.

        İŞSİZLİK MAAŞI TEMBELLİK YARATIR MI?

        Yaklaşık 11 yıl Finlandiya’da yaşadım. İşsizlik maaşı aldıkları halde iş bulamayanların yaşadığı mutsuzluğu bire bir gözlerken hep “Bu iş eğitim ve kültür meselesi olsa gerek, yoksa insan yan gelip yatar” diye düşündüm açıkçası. Yanılmışım! Journal Social Indicators Research Dergisi’nde Edinburgh psikologları tarafından yayımlanan makaleye göre, 28 ülkede yapılan istatistiki incelemeler, aslında insanların sadece para için çalışmadıklarını gösteriyor. “Hadi canım sen de” dediyseniz, haklısınız. Çünkü çoğunlukla ilk reaksiyon “Oh ne âlâ, keyfime bakarım” tarzında oluyor. Fakat daha sonra “sosyal pozisyon” yani toplum gözündeki “Benim vergilerimle geçinen parazit adamsın” konumu, her geçen gün daha çok rahatsızlık vermeye başlıyor. Kısacası bir süre “fırsatçılık” söz konusu olsa da büyük bir çoğunlukta değer yargıları zamanla “normalleşiyor”. İnsan olarak üreticilikle manevi tatmin isteği ortaya çıkıveriyor. Bu “fırsatçılarda” gözlenen ilginç bir gerçek daha var. İşsizlik döneminde parası olduğu için hep hayalinde olan hobilerine vakit ayırıp bir süre sonra hobilerinde uzmanlaşarak o dalda para kazanmaya başlıyor. Böylece işsizlik maaşı aslında işsiz bireyi, sevdiği işe yönelmeye teşvik ediyor. Sevilen işe başlanınca da işsizlik maaşı kesiliyor. Görüldüğü gibi burada da insanlara duymakta çekindiğimiz “güven” duygusu var.

        NASA NORMAL DIŞI GELİŞEN BİR FIRTINAYI HABER VERDİ

        NASA mevsim normalleri dışında, Atlas Okyanusu’nda hızla gelişmekte olan Alex isimli büyük bir fırtınanın haberini verdi. 1938’den bu yana ilk kez ocak ayında düşük basınçla gelişen bu fırtınanın bu hafta başında Grönland’a gireceği tahmin ediliyor. Karaya giriş yaparken gücünün düşerek sadece şiddetli bir tropik fırtınaya dönüşmesi şimdilik sadece bir dilek. Normalde bu tür fırtınalar haziran ve kasım ayları arasında görülüyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar