Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta en çok “tıklanan” bilimsel haberler içerisinde ne yeni teknolojik buluşlar var ne de yeni tıbbi öneriler. Bir anda “çocuk eğitimi ve psikolojisi” üzerine yazılan makaleler ön plana çıkıvermiş. Konuyla ilgili her haberin altında yer alan yorumlar bölümü ise epey kalabalık. Farklı din, kültür ve eğitimlerden gelen insanlar uzun uzun “çocuk yetiştirirken yapılan en bariz hatalar”ı tartışmış. Zevkle okudum. İşin içerisine çocuk faktörü girdiğinden midir nedir tartışmalarda rastladığım gerilim ve ego kokan tarzın yerini anlayış, kaygı ve sevgi almış. En büyük kaygı, çocukların terör korkusuyla kirlenmiş bir dünyada yaşaması... Gerçi geçmişe bakılırsa insanoğlunun var olduğundan bu yana terörsüz ve savaşsız bir dönem yaşamadığı görülüyor, ama buna rağmen bugün bilim ve teknolojiyle kolaylaştırılan yaşam sayesinde daha barışcıl ve huzurlu bir dönem beklentisi var doğal olarak.

        Ulaşım, iletişim kolaylaşmışken, sağlık ve teknolojik sorunlar bir bir giderilirken, gözler insanlığın geleceği için uzaya çevrilmişken, dünyamız zaten bu uğraşlarımız sırasında yaşlanmışken, ne diye bir insan (dini maske olarak suratına yerleştirip) hiç tanımadığı başka bir insanı yok etmeye kalksın? Bu çok bilinmeyenli denklem için kim ne etken sayarsa saysın benim bu konuda iddia ettiğim tek sebep var: Çocukların hayatındaki “aşçı(lar)”. Çocuklar dünyaya yoğrulmaya hazır bir hamur gibi geliyorlar. Kimi ekmek hamuru, kimi kek, kimi kurabiye... Eğitimi boyunca içine ekstradan katılacakları ayarlayan da, şekil veren de, pişirme süresine karar veren de bizleriz, anne- baba ve eğitmenler... Ortaya lezzetsiz, az pişmiş ya da yanık bir ürün çıktığı anda bilim adamı kesilip “gen”leri suçlamaya hazırız. Kek hamurundan pizza, pizza hamurundan baklava açmaya çalışan o kadar çok aile tanıyorum ki. En güzel örnek kendiniz. Gerçekten aile ve çevrenizin olmanızı istediği ve empoze ettiği konumda mı yoksa tamamen bağımsız olarak seçtiğiniz, kendi istediğiniz bir yaşam tarzını sürdürür durumda mısınız şu an? Aşçılarınız hamurunuzun özüne göre mi yoğurdu sizi? Aranızda dansçı olmak isterken kendini doktor ya da doktor olmak isterken taksi şoförü bulan çok kişi vardır. “Ah bilmiyorsunuz. İmkânlar...” falan da demeyin... İsteseydi aşçılarınız bir yolunu bulurdu. Bizim çocukluğumuzda Ankara’daki sütçü teyzemiz, 5 kızını da (hayalleri öyle diye) tek göz odada, süt ve yumurta satarak, burslar ayarlayarak tıp fakültesinde okutmuştu. Usta aşçılık budur işte!

        İşin en üzücü yanı ise (bütün eleştirilerimize rağmen) bize uygulanan yanlış yoğurma yöntemini aynen bizler de kendi çocuklarımıza farklı yanlışlıkta uyguladık. 1960’lı ve 70’li yıllarda doğan benim jenerasyondaki büyük çoğunluk fazla baskı ve kontrolden dolayı fırından “azıcık yanık” çıktık. Kendi çocuklarımız olduğunda onlar da “yanık” çıkmasın diye “Özgür benim çocuğum”, “Bizde yasak yok” falan söylemleriyle cool annebaba havalarına giriverdik. Bu sefer de hazırcı, zayıf konsantrasyonlu, hevessiz, kural tanımaz, isyankâr “az pişmişler” çıktı piyasaya... Hayata güçlü hazırlayamadığımız için canları bizimkilerden daha çok yandı. İşlerinde ve evliliklerinde, yani yalnız kaldıkları hayat kavgalarında kısa süreli mutluluklar yaşayabildiler. Birçok şeyin sonunu getirememeyi hep başkalarının suçu olarak gördüler. Bu arada (biyolojik döngüye uyup) onlar da anne-baba yani yeni birer aşçı oldular. Onların çocukları ne âlemde? Korkutucu emareler gözlemliyoruz hep beraber. Paylaşımsız, kıskanç, her istediği yerine getirilen, sınıfçı, maddiyatçı çocuk dolu kreş ve ilkokullar... Çok kritik bir noktadayız şu an. Çok şükür bu son jenerasyondakiler hâlâ çok küçükler ve var olan teknoloji sayesinde bizlerden çok daha pratik zekâlı ve yaratıcılar. En önemli özellikleri, durmaksızın soruyorlar, sorguluyorlar! Tam olması gerektiği gibi. “Neden?” ve “Niçin?”leri bizimkilerden çok daha fazla. Bir de sanki daha duygusallar gibi... Hayvan, çiçek, böcek seviyor, kolluyorlar... Özde şahane “hamurları” var kısacası... Geç değil henüz enfes insanlar yetiştirmek için. Her hamura katılacak bir tutam disiplin, dürüstlük, özgürlük ve hümanizm başarının “püf noktası”. Keşke küçücük kafalarından çıkarabilseler hurafeleri, öcüleri, korkuları, kendi gibi olmayanın, düşünmeyenin “yanlış olduğu” kavramını...

        Dünyadaki tüm kötülüklerin tedavisi ne topla, ne silahla...Dünyadaki tüm kötülüklerin tedavisi bilinçli ve duyarlı bir aşçılıkla!

        Dilim varmıyor söylemeye ama pişirmeyi beceremiyorsan girmeyeceksin o mutfağa!

        ÇOCUKLARINIZIN GELECEKTEKİ BAŞARISINI KURU ÜZÜMLE TEST EDİN

        WARWICK Üniversitesi pedagoglarına göre, bebeğiniz henüz 1.5-2 yaşlarında ise akademik hayatta başarılı olup olamayacağını basit bir deneyle test edebiliyorsunuz. Test aynen şöyle: Bebeği bir masaya oturtun. Tam önüne kuru üzümleri koyup üzerine bir bardak kapatın. 3 kez üst üste oynayacağınız oyunu anlatın ve detayları açıklayın. Sizin ona “Tamam, yiyebilirsin” diyene kadar beklemesi gerektiğini (60 saniye), ondan sonra üzümleri yiyebileceğini söyleyin. Üçüncü tekrardan sonra oyunu anlayacaktır. Kendi kendini kontrol etmeyi öğrendiği bu dönemde incelenen bebekler, 8 yaşlarına geldiklerinde psikologlar tarafından tekrar incelenmiş. Bekleme süresinde sabırlı olan (kendini kontrol edebilen) çocuklar okuma ve yazmayı daha çabuk öğrenmiş, basit matematik işlemlerini de çabuk çözmüş. 60 saniye bekleyemeyenler, ya anne sütünden erken kesilenler ya prematüre çocuklar olarak dikkat çekmiş. Diğer çocuklar ise yapısal olarak okula ve öğrenmeye ilgisiz olarak değerlendirilmiş. Böylesi çocukların okula başladıklarında başarısızlık yaşamamaları için özel eğitime gerek duydukları savunuluyor. Araştırmanın detayları, geçen hafta The Journal of Pediatrics Dergisi’nde yayımlandı.

        KARDEŞLER AYNI BAŞARIDA OLMAK ZORUNDA DEĞİL

        BRIGHAM Young Üniversitesi psikologları, anne ve babaların çocuklarının okul başarılarını mukayese etmelerini son derece yanlış buluyor. Journal of Family Psychology adlı bilimsel dergide yayımlanan bir makaleye göre, aynı ailede aynı ilgiyle büyüyen çocukların aynı performansı göstermelerini beklemek sadece iki kardeşi, sürekli birbiriyle yarışan iki düşmana, büyüdüklerinde ise sıcak ilişkilerde bulunamayan iki yabancıya dönüştürüyor. Makalenin lider araştırmacısı Dr. Alex Jensen, “Okuldaki iki kardeşin gösterdiği farklı başarılar, daha başarılının büyüdüğünde de daha başarılı bir hayat kuracağı anlamına gelmez. Yetenekler ve farklı kişilikler zamanla şekillenir. Bu süre içerisinde iki kardeşi biribirine destek olmaya yönlendirmek, zor durumlarda güçlü olanın güçsüz olana yardım eli uzatması gereğini öğretmek izlenecek en doğru yoldur” diyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar