Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta Doğu Anadolu bölgemizden bir genç oturmuş, bütün içtenliğiyle bir mektup yazmış bana. Çok düzgün bir dil, yaratıcılık ve içtenlikle yazılan bu e-postada hepimize verilen o kadar güzel mesajlar var ki bir kısmını sizlerle paylaşmadan edemedim:

        “Neva Abla,

        Nasıl hitap edeceğimi bilemedim. Abla mı desem, hanım mı, hocam mı? Yazdıklarınızı okuduğumdan beri kendimi size çok yakın hissettiğim için abla demeye karar verdim, kusura bakmazsınız inşallah. Dört çocuklu orta halli bir ailenin en büyük çocuğuyum. 15 yaşındayım. Hayalim bilim adamı olmak ve petrol yerine geçecek, laboratuvarlarda üretilebilen bir enerji kaynağı bulmak.

        Geçen hafta bizim akrabalardan 2 kişiyi terör kurbanı olarak toprağa verdik. Biri 23 diğeri 42 yaşında. İçerde annemler ağlarken yazıyorum şu an. Size bir sorum var. Bu dünya çok büyük. Üzeri memleketlerle dolu. Merak ettim, hiçbir memlekete ait olmayan, insanların yaşamadığı bir kara parçası var mı şu dünyada? Varsa oraya gidip yeni bir ülke kurulamaz mı? İklimi önemli değil. Teknoloji var nasılsa. Nefes alacak havası, içecek suyu olsun yeter. Yaşanır hale getirilir. Düşündüm de, sıfırdan başlanırsa, anayasası bilim ve sevgi ışığında yazılırsa, vatandaşları sadece aklı başında, saygılı, çok okuyan, insanları, hayvanları ve ağaçları seven, çalışkanlardan seçilirse terörsüz bir memleket olur orası. Zaten önceden kimseler de yaşamak istemediğinden toprağına göz diken de olmaz. Düşman olmayınca huzur olur. Herkes istediğine inanır, istediğine oy verir. Boş yere ölenler olmaz. Tek derdimiz bilim yapmak olur. Herkes bize imrenir. Her şeyin en üst kalitesini üretiriz, bizden mal almak için yarışırlar, en zengin ülke oluruz. Gözüm ne Amerika’da ne Almanya’da. Onların da düzeni bozuk. Aslında onlar da ayrımcı ve kavgacı. Abla, eğer böyle bahsettiğim gibi bir yer varsa dünyada, siz bilimcisiniz sizi dinlerler. Değerlendirelim o boş toprakları. Öncülüğünü yapın ardınızdan gelelim. Ülkenin adını Bilimistan koyalım.”

        Evet mektup böyle devam ediyor... Çok etkilendim, duygulandım... Geçen hafta (bütünlüğü korumakla ilgili) yazımın sonunda “Halka, ‘Çekip gideceğim bu ülkeden’ dedirtmemek gerek” demiştim. Dedirtilmiş maalesef. Hem de gencecik bir insana ve daha nicelerine.

        Kim(ler) ne sebeple dedirtmiş, suçlu kim diye düşününce, bir de tarafsız bir gözle bakınca parmakla gösterilebilecek tek bir odak göremedim açıkcası. Ortada büyük bir problem var. Problemin resmini yap deseler sanırım efsanevi yaratık Hidra’yı çizerdim. Hidra, Yunan mitolojisinde çok başlı, zehirli nefesiyle bile insanları öldüren bir canavar. Kesilen her başın yerine iki baş çıkararak daha da güçlenen başa çıkılması çok güç bir bela. O kadar saldırgan, kin dolu ve bencil ki zaman zaman başlar arasında bile sürekli birbirini dişlemeler söz konusu. Bir insanı öldüren başa diğer baş saldırdığında etraftaki insancıklara o baş “iyi ve koruyucu baş” gibi görünüyor . Oysa her biri aynı vücuda bağlı, aynı kalp besliyor ve amaç temelde aynı: Karın doyurmak! Mitoloji kitaplarında Hidra’nın resimleri yanında bir de onunla savaşan Herkül resmi vardır. Maalesef bizim hikâyemizde çizilecek ne bir Herkül ne de bir kahraman görüyorum ben. Bu işe soyunanlara bakıyorum olmuyor, uymuyor...

        Bana hayallerini yazan 15 yaşındaki B.T. canavarı yok etmenin yolunu daha iyi biliyor. “Bilimle güçlenen, okuyan, tüm canlıları seven, üreten bireylerle dolu bir ülke kurmalı” diyor. Benim Facebook, Twitter dostlarım, benle dertleşen tanıdığım, tanımadığım diğer okurlarım da son derece mantıklı, yaratıcı ve önsezili fikirler sunuyorlar benle dertleşirken. Lakin onların sesleri de ne duyuluyor ne de kale alınıyor. Başlar birbirini ısırmaya devam ediyor, en çok ısıran ve saldıran baş olaydan bihaber bir grup tarafından alkışlanmaya devam ediyor.

        Evet B.T.’nin hayallerini benim kafamdakilerle bir araya getirince ortaya çıkan tablo pek de hoş değil. B.T.’ye verecegim tek yanıt ise: Sevgili B.T., evet, Dünya’da hiçbir ülke tarafından sahiplenilmeyen topraklar var. Birazdan nerede olduklarını anlatacağım. Ama unutma ki şu dönem dışardan sahipsizmiş gibi görünen, dünyanın göz diktiği çok özel bir ülkemiz, Türkiyemiz var. Önce bu topraklara sahip çıkalım...

        DÜNYADA SAHİP ÇIKILMAYAN TOPRAKLAR

        ULUSLARARASI hukukta “terra nullius” terimi kimseye ait olmayan toprak anlamına geliyor. Örneğin Antarktika’nın batısında “Marie Byrd Land” olarak isimlendirilen, Türkiye’nin yaklaşık 2 katı kadar büyüklükte bir bölge hiçbir ülke tarafından resmi olarak sahiplenilmemiş. Gerçi 1939 yılında Franklin D. Roosvelt sahiplenmek için girişimde bulunmuş, hatta “Amerika Birleşik Devletleri’ne aittir” diye siyasi tartışmlarda sözel olarak da iddia edilmiş. Fakat resmi kayıtlarda böyle bir belge yok. Daha sonra Şili, Arjantin, Norveç, Avustralya, Yeni Zelanda da sahiplenme girişimlerinde bulunmuş ama kayıtlar hâlâ boş. Sahiplenilmeyen bir bölgenin adı da “Bir Tawil”. Mısır ile Sudan sınırında 2060 kilometrekarelik üçgen bir bölge. Her iki ülke de sahiplenmiyor bu toprakları. Sebebi ise her iki ülkenin de Kızıldeniz’e bakan daha büyük bir bölgeyi, “Hala’ib Üçgeni”ni istemeleri. Her iki ülke de “Büyük üçgeni ben alayım, küçük üçgen sana kalsın” kavgasında kısacası. Bu arada Virginia’lı Jeremiah Heaton, Bir Tawil’e el koyup “Madem kimse istemiyor bari ben burada bir devlet kurayım” diyor. Sonuç: O da henüz tanınmış durumda değil. Sahiplenilmemiş daha küçük boyutlarda başka topraklar da var. Falanca zenginin falanca adayı satın almasının ardında da genelde böylesi gerçekler var. Mesela işadamlarından Richard Branson ve Dietrich Mateschitz, Fiji Adaları’ndan bu şekilde yerler edinebildiler. Demek ki birazcık para, birazcık diplomatik ilişkilerle güzel bir adada modern “gecekondular” kurulup etrafına çit çekilebiliyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar