Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “ZEYTİN Dalı” operasyonu nedeniyle hep Afrin’i konuşuyoruz. Gelin bugün onun hemen altındaki İdlib’e bakalım... Suriye’de kalan tek tük muhaliflerin kontrolündeki bölgelerden biri İdlib. Dünyadaki cehennem. Yanan, yıkılan, vahşetin ne demek olduğunu gözümüze sokan bir coğrafya!

        Suriye’deki birbirinden beter terör örgütleri nedeniyle kendini masumlaştırmaya çalışan ama en az o örgütler kadar vahşi, en az onlar kadar ölüm makinesi Esad rejimi İdlib’de yalnızca son 2 haftada 150’den fazla hava saldırısı düzenledi. Hem de kimyasal silahlarla! Üstelik öyle milisleri hedef alan saldırılar da değil. Hastanelere, bebeklerin yattıkları kuvözlere, ameliyat masasındaki yaralılara attı bombalarını...

        Sarakab’da, 300 kişinin bulunduğu Ovdai Hastanesi’nin içinden görüntüler var. Anneler yeni doğmuş bebekleri battaniyelerle korumaya çalışıyorlar. Gazdan etkilenen minicik bedenler içinde dayanamayan var. Öylece gözümüzün önünde ölüyorlar. Ve bütün dünya izliyor....

        Ey Amerika, derdin vahşeti bitirmek mi yoksa DEAŞ kılıfı altında işine geleni yok edip, işine geleni güçlendirmek mi? Ey Rusya, bu katliamları sen desteklemesen bugüne kadar gelebilir miydi Esad?

        Neden kimse bu insanlık suçuna ses çıkarmıyor? DEAŞ bitse, Suriye bu katillere bırakılsa sorun bitecek mi? Bakın, tarihin en büyük vahşetlerinden biri yaşanıyor. Üstelik dijital çağda, hepimizin önünde oluyor bunlar. Nazi kamplarında gaz odalarına doldurulan masum insanları izlememişti dünya... Ama bunları izliyor.

        Sırf büyük güçlerin çirkin hesapları nedeniyle gelinen nokta yüzünden Türkiye’nin sonuna kadar haklı Esad politikasının sorgulanmasına isyan ediyorum! Tamam, Davutoğlu döneminde Suriye’deki savaşa fazla angaje olmak yanlıştı ama bugün Esad rejimine karşı tavır almak, çocukların, hastaların üzerine kimyasal silah atan zalimlerle görüşmeyi reddetmek bir onurdur! “Esad’la temasa geçilmeli” diyenler dönüp vurulan o hastanedeki bebeklere baksınlar... Tabii içlerinde vicdanın kırıntısı kaldıysa...

        ***********

        TÜRKİYE EKSEN DEĞİŞTİRMİYOR, KENDİ EKSENİNDE GİDİYOR

        SON dönemde Rusya’yla iyi bir seyir izleyen ilişkiler nedeniyle Türkiye’nin dış politika çizgisini değiştirdiğini düşünenler yanılıyor. Cumhuriyet’in başından itibaren takip edilen, Batı’ya yakın, dünyaya açık siyaset çizgisinin değişmesi gibi bir ajanda yok. Bunu sık sık en yetkili ağızlarla konuşuyorum.

        Türkiye çıkarları doğrultusunda ittifaklar kuruyor. Mesela, Suriye’de kendi yararına olacağı için Rusya’yla yakınlaşıyor ama bu Rusya’nın Suriye politikasını onaylamak ya da doğru bulmak anlamına gelmiyor. Ama değişen bir şey var: Türkiye artık hoşuna gitmediği halde bazı şeylere sessiz kalmıyor. Örneğin, Çekiç Güç’e ya da 28 Şubat döneminde ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarına, aleyhine olduğu halde razı geldiği gibi, bugün artık zararına olduğunu düşündüğü şeyleri kabul etmiyor. Sesini yükseltiyor, kendi politikasını belirliyor.

        ***********

        TÜRKİYE-ABD CEPHESİ GÖRÜNDÜĞÜ KADAR KÖTÜ OLMAYABİLİR

        SON günlerde karşılıklı yapılan sert açıklamalar nedeniyle doğal olarak Türkiye- ABD ilişkilerinin son derece sıkıntılı bir dönemden geçtiği yorumları yapılıyor. Evet, iki ülke, Suriye’de YPG üzerinden büyük bir restleşme içinde. Ve bu restleşme art arda gerçekleşen temaslarla da bitmeyecek. Ne McMaster’ın ziyareti, ne ABD Savunma Bakanı Mattis ile bizim Savunma Bakanı’mız Nurettin Canikli arasında gerçekleşecek görüşme ne de ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un yarın başlayacak Türkiye temasları bir şey değiştirecek. Hiçbir işe yaramayacak bu ziyaretler.

        Ama Ankara ve Washington karşı karşıya da gelmeyecek. Türkiye, Afrin’de kararlılıkla ilerliyor. Kendine tehdit gördüğü YPG hattını ortadan kaldırmak istiyor. Münbiç’teki uzantısı da buna dahil. Burada ABD, Türkiye’ye kendi politikasını dayatmayı deniyor.

        Ancak bunun olmadığını görünce duracak, Türkiye gibi bir müttefiki kaybetmek istemiyor. Göreceksiniz, Münbiç’te de gelişmeler Afrin’e benzer bir seyir izleyecek...

        ***********

        HAKAN ATİLLA CEPHESİNDE NELER OLUYOR?

        AH bu gündem canavarı... Sırası geçince bir kara delik gibi konuları ve insanları yutuveriyor. Bakın haftalar öncesine kadar Hakan Atilla ile yatıp kalkıyorduk. Sonra jüri o adına mahkeme diyemeyeceğim tiyatronun ardından Atilla hakkındaki korkunç haksız kararı verdi. Peki bundan sonra süreç nasıl ilerleyecek?

        Hâkim Richard Berman, savunmanın “Deliller bilimsel ve hukuka uygun değildir” yönündeki itirazını geçtiğimiz hafta içi değerlendirdi ve reddetti. Maalesef bu bir sürpriz değil. Atilla 11 Nisan’da yeniden mahkemeye çıkacak ve hâkim jürinin kararını değerlendirip ne kadar ceza alacağıyla ilgili bir sonuca varacak. Ondan sonrası ise temyiz süreci... Temyiz avukatı tutulacak, yeni bir aşamaya geçilecek. Atilla’nın eşi Türkiye’ye dönmüş, şu sıra beklemek dışında yapacak fazla bir şey yok... Ancak bir yandan da diplomasi trafiği işliyor. Yüzde 100 siyasi olan bu dava ve sonucuyla ilgili çabalar sürüyor. Türkiye-ABD ilişkileri yeniden rayına girerse bundan Atilla davası da etkilenecektir.

        ***********

        JAPONLARIN SIRRI

        YAN tarafta anlattığım onca zalimlik varken hayatta nasıl mutlu olacağız?

        Bu acımasız gerçekler yanı başımızda iken güçlü olmak için ne yapacağız? Bu ve benzer soruların yanıtlarını sıklıkla Japonların yaşam felsefesinde buluyorum. Bence dünyanın en sade, en ıvır zıvırsız yaşayan insanları Japonlar. Bu da onları hakikate yaklaştırıyor. Uzun ömürlü ve dingin kılıyor.

        Daha önce de bir vesileyle bahsetmiştim. Japonca’da “İkigai” diye bir kavram var. “Hep meşgul kalarak mutlu olmak” demek. Japonlar yaptıkları her şeyde bir mana, bir amaç arıyorlar. Kendilerini gerçekleştirmek, anlamlı bir şey yapmak istiyorlar. Bunun yolu da işbirliği yapmak, güçlü sosyal ilişkiler kurmaktan geçiyor.

        Okinavalılar dünyanın en uzun ömürlü topluluğu kabul ediliyor. Bunun 5 sebebi olduğu bulunmuş: 1- Sağlıklı beslenme (temel kural midenin yalnızca yüzde 80’ini doldurma), 2- Basit yaşama, 3- Yeşil çay, 4- Astropikal iklim, 5- İkigai.

        Kısacası mutlu olmak ve uzun yaşamak istiyorsak mutfakla ilişkimizi sınırlandıracağız. Sevdiklerimizle bol vakit geçirip, sevdiğimiz, anlamlı bulduğumuz bir iş yapacağız...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar