Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        UMBERTO Eco sizlere ömür...

        Hani eskiler birkaç konuda birden üstad olanlar için “yed-i tûlâ sahibi” derlerdi ya, Umberto Eco da sayıları artık çok azalmış da olsa bu kavrama tam olarak uyan birkaç kişiden biri idi. Başta roman olmak üzere edebiyatın birkaç dalında, tarihte, özellikle de Ortaçağ tarihinde, Hristiyanlığın kutsal metinlerinin analizinde ve daha başka alanlarda da yaşayan en önemli üstadlardan kabul edilmişti.

        Umberto Eco’nun ardından onunla ilgili olarak üzerinde durmamız gereken bence iki konu var: İlmî seviyesinin bu kadar yüksek olmasına rağmen yazdıklarını kitlelere okutmasının, hattâ edebî konulardaki hemen her kitabının best-seller olmasının ama onun gibi “yed-i tûlâ” sahiplerinin bizde bir türlü çıkmamasının sebepleri...

        BİLMEK BAŞKA, YAZMAK BAŞKA...

        Bilim adamlarının, özellikle de âlim seviyesindekilerin çoğunda bir “ifade” problemi vardır. Konularına ne kadar hâkim olurlarsa olsunlar, meseleleri sıradan okuyucuya, hattâ en cahiline bile izah etmekte genellikle âciz kalırlar, yani basit şekilde yazamazlar!

        Bu zorluk sadece Doğu’da değil, Batı dünyasında da mevcuttur. Yabancı yayıncı dostlarımdan, özellikle de tarih alanında yayın yapanlardan akademik üslûbun nasıl bir hastalık halini almış olduğunu senelerdir dinlerim. Üstadlar meseleleri basit şekilde anlatmakta âciz kalmaktadırlar, paragraflardaki satır sayılarını azaltmaları ve kısa cümle kurmaları imkânsız gibidir. Âlimin ilmi arttıkça dili daha da karmaşık hâl almakta, cümleler uzadıkça uzamakta, bir paragrafı cümleler arasındaki rabıtayı kopartmadan okuyup hatırda tutabilmek büyük, çok büyük maharet gerektirmektedir.

        Batı dünyasında, özellikle de Kıt’a Avrupası’nda son senelerde çok satan ve kaynak olan birçok kitabın, özellikle de tarih konusundaki eserlerin akademisyenlere değil, araştırma metodlarını bilen gazetecilere ait olmasının en önemli sebebi, budur.

        Umberto Eco kırılması zor olan bu çemberin dışına çıkabilmiş birkaç akademisyenden biri olmuştu ve çok okunmasının sebebi de bu idi: “Anlaşılabilir” şekilde yazması, yani meramını kolaylıkla anlatabilmesi... Hristiyan teolojisinin karmaşık mevzularını bir entrikalar yumağına sararak sunduğu en meşhur eseri “Gülün Adı”nı popüler üslûpla değil de ciddî ve kuru bir akademik dil ile yazmış olsa idi kitabın dünya çapında rağbet görmesini bir tarafa bırakın ismi bile işitilmezdi, yayınevleri basmaya zaten yanaşmazlardı ve gül daha piyasaya çıkmadan solar giderdi!

        BU İŞİN HAYÂLİ BİLE BOŞ!

        Peki, Umberto Eco gibi yazdığını rahatça okutabilen allâmeler bizde artık neden yetişmiyor?

        En başta eğitim noksanı, sonra da artık bir kültür muhitinin vârolmaması yüzünden!

        Umberto Eco’nun temel eğitimini bilmem hiç merak ettiniz mi?

        Söyleyeyim: Avrupa’nın en eski, geçmişi 15. asrın ilk senelerine kadar uzanan okullarından olan Torino Üniversitesi’nde ortaçağ felsefesi ve ortaçağ edebiyatı okumuş, mezuniyet tezini de 13. asırda yaşamış olan ve Katolik Kilisesi’nin en önemli isimlerinden kabul edilen Aquinolu Thomas üzerine yapmıştır. Gerçi daha öğrenciliği sırasında Kilise’yi reddedip inançsızlığı seçmiştir ama temelde sıkı bir din tarihi, din felsefesi ve klasik diller eğitimi almıştır.

        Bizde bu derece derinlemesine eğitim veren üniversite nerdeeee? İlâhiyatçısına doğru-dürüst Arapça, arkeoloğuna Latince, bizantoloğuna Grekçe, Osmanlı sanat tarihçisine de eski Türkçe öğretemeyen “güya” ilmî bir camia mı “yed-i tûlâ sahibi” âlimler yetiştirecek?

        Bütün bu akademik noksanların üzerine seneler boyu gayrıresmî şekilde vârolan ve hâlâ devam eden “reddiye”, daha doğrusu “reddimiras” temelli bir kültür devrimini de ilâve edin; Umberto Eco benzeri bir bilim adamı çıkartmamızın mümkün olmaması bir tarafa, bu işin hayalini bile kuramayacağımızı farkedersiniz.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar