Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen gün bir kanalın ana haberinde rastladım. İki politikacı Meclis’te, bir siyasi partinin oylamada fire verip vermeyeceğine iddiaya girmişler. Kaybeden diğerine takım elbise almış. Haberi duyunca, “Türk erkekleri neden hep takım elbisesine iddiaya giriyorlar acaba?” sorusu geldi aklıma.

        Modacılar, elbiseyi ikinci bir deri olarak tarif eder. Modacıların bir diğer adı stilisttir, asri zamanların her çarşıda mutlaka rastlanan terzileri yani... Daha eskiden, kömürle çalışan ütüleri olan, ortalıkta Turgut Uyar’ın meşhur “Terziler Geliyor” şiirinde resmettiği gibi “oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar, vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar, düğmeler, ilikler, iplik döküntüleri, kumaş parçaları, karanlık akşamüstleri ve sabahlar, dükkân tabelâları, kartvizitler” bulunan, tezgâhın arkasında gözleri ışıl ışıl, saçına düşmüş her ak telin bir hatıraya tanıklık ettiği, çoğu hoşsohbet, Ermeni, Rum, Türk, Kürt terziler... Bir sanat erbabının mekânına girdiğinizi anlardınız kapıda... İçinde sürfile, teğel, prova, yüksük, tela, kalıp, pot, kup, mezura gibi kelimelerin geçtiği cümleler kurduktan sonra sözü mutlaka dünya ahvaline, sakıncalı meselelere getirirlerdi.

        O yüzden bu memlekette birçok gizli örgütün, siyasi partinin nüveleri bu terzi dükkânlarında atılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün, giyim tahsilini görmek üzere Paris’e gönderdiği, sonra bütün kıyafetlerini diken Levon Kordonciyan ustadan tutun da TKP’ye yönelik “1951 tevkifatı” sırasında “yürek yemiş” bir adam edasıyla tek başına Sovyet konsolosluğunun önüne geçip “Yaşasın Stalin” diye bağıran Vartan Aşıkyan’a kadar birçok terzi, iyi elbise dikmekle yetinmeyip daha iyi işler yapmaya kalkıştılar. E, insan ve bedeniyle bu denli haşır neşir olduktan sonra fikrine meyil etmez misin? Terziler, dükkânına yolu düşenlerin bir ikbal arzuladıklarını hemen anlarlar. Gelenler takım elbise dikmenin; terzilerse diktiği elbisenin içini doldurmanın kolay olmadığını bilirler. Belki de bu yüzden Mevlânâ Rumi “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok/Nice elbiseler gördüm içinde insan yok” demiş.

        Zamanla azaldılar, yerlerini “stilistlere” bıraktılar. Konfeksiyon, bir örnek takımlar üretti. Her bedenin bir numarası vardı, giyip çıkıyorsun mağazadan artık.

        Modern takım elbisenin tarihi 1860’lara uzanıyor. Bu giyim tarzı İspanya’dan Avrupa’ya yayılmış, Fransız terziler de ilk defa ceket, pantolon ve yeleği aynı kumaştan dikmeye başlamışlar.

        Bize ise takım elbise Tanzimat’la gelmiş. Önce memurlar giymeye başlamış. Hatta uzun süre tereddüt yaşanmış, acaba ahali ne der, nasıl bakar bu “gâvur” icadı tuhaf kıyafete diye kara kara düşünmüşler. Sonra Sultan 2. Mahmud’un aklına bir fikir gelmiş. Saraydan iki kişiye, Hüsnü ve Aydın beylere birer setre pantolon giydirmiş, salmış çarşıya. İki memur ahalinin arasına karışmış. Tepkiyi ölçecekler. Kalçaları soba borusu gibi daracık bir kumaşın içinde sıkışmış tuhaf bir kılıkla dolaşan iki “serseriyi” gören ahali, “Eski köye yeni âdet mi getiriyorsunuz bre zındıklar” deyu üzerlerine varmış! Bir parçalanmadıkları kalmış. Hatta hadise büyümüş, padişah efendimizin bu densizleri cezalandırmasını istenmişler. Kendi fikri olduğunu ahaliye çaktırmayan padişah efendimiz de, ramazan günü oruç yiyip çarşıda gezme suçunu işledikleri bahanesiyle iki sevgili memurunu payitahttan sürmüş.

        Ama yenilik bir kez ahalinin arasına çıkmış, dolaşmış, gayri kimse önüne geçemez. İşte o günlerden bugüne, vekilden bürokrata, mafya babasından damat adayına her meşrepten, her görüşten insanların vazgeçemediği bir kıyafet olmuş.

        Ama bu yazıyı okuyanlara naçizane tavsiyem:

        Takım elbiseyi hangi markadan alırsanız alın, asla bir mankenin üzerinde durduğu gibi durmayacak, üzülmeyin. Ha, kumaş ne kadar pahalıysa o kadar iyi durur, bunu da bilin! Bir de en kötü terzi, en iyi konfeksiyondan iyidir.

        Sahi, ben “Erkekler neden takım elbisesine iddiaya giriyorlar”ın cevabını arıyordum, değil mi? Nereden nereye...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar