Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bir süreden beri ardı ardına “yumuşak” mesajlar vermeye başladı. “Özerklik ilanları” ve “hendeklerle” ilgili daha öncekilerden farklı sözler sarf etti.

        Gerçi şu anda kendisinin de içinde yer aldığı, bütün fikriyatını paylaştığı “siyasi görüşünün” yürütücüleri hâlâ “silahlı mücadeleden” vazgeçmekle ilgili bir açıklama yapmış veya kendisine bu sözlerinden dolayı bir “ayar vermiş” değiller, ancak bu “yumuşak sözlerin” gerçek sahibinin de kendisi olmadığı pratik siyasi hayatı bize öğretmiş durumda.

        Ne olursa olsun, o cenahta bir şeylerin “yolunda gitmediği” muhakkak.

        Çok değil 8 ayda, öyle her canı isteyenin çukurlara girerek, mahalle işgal ederek, çoluk çocuğun eline barut dolu çaydanlıklar verip dünyanın en güçlü devletlerinden birisini “çaydanlık marifetiyle” yıkıp yerine bir “özyönetim” kuramayacağını anladılar.

        Anladılar da olan binlerce gence oldu.

        Bir o kadar çocuk babasız, bir o kadar genç kadın kocasız, bir o kadar anne yavrusuz, bir o kadar baba evlatsız kaldı.

        Fakir fukaranın evini yaktılar, ocağını söndürdüler.

        Yangının alevleri tüterken hâlâ o kasabalarda, o şehirlerde, şimdi o yangının karşısına geçmiş “Özyönetim ilanları yanlıştı”, “Hendek siyaseti doğru değildi” diyorlar.

        Madem yanlıştı, doğru değildi, neden onu 8 ay önce söylemediniz?

        Neden 5 ay önce o hendeklerin yakınına gidip herkesi o hendeklerde “direnişe” davet ettiniz?

        Neden o hendeklerdekilere yardım etsin diye insanları Sur’a yürütmeye kalkıştınız?

        Hatta bu uğurda namaz bile kıldınız?

        Ama nafile...

        Halkın çok erken gördüğünü, ne yazık ki siz çok geç gördünüz.

        Ama sanırım şu anda bu sözlerinizin devlet nezdinde en ufak bir itibarı veya karşılığı yok.

        Bakın size bir hikâye anlatayım.

        *

        Bir süre önce THY’nin Diyarbakır’dan Erbil’e yaptığı tarihteki ilk uçak seferi vesilesiyle bu şehirdeyken, Kürdistan Bölgesel Yönetimin’in Başkanı Mesud Barzani, Mehdi Eker başkanlığındaki heyetimizi kabul etmişti.

        Barzani’yle kahve eşliğinde sohbet ederken, bir ara sohbet koyulaştı, söz döndü dolaştı, dostum Vahdettin İnce’nin tercüme ettiği “hatıratında” kendisinin de yazdığı bir hikâyeye geldi, bu kez de kendisi anlatmaya başladı aynı hikâyeyi...

        *

        1960’lı yıllarda Irak hükümetiyle savaşırlarken, başlarında babası efsanevi Mela Mustafa Barzani vardı. Savaş dağlarda çok şiddetlenmişti ve her geçen gün daha da güçleniyorlardı. Artık şehirlere inme vakti gelmişti. Erbil’in civarındaki bir sürü küçük kasabayı işgal edip orayı elde tutma imkânlarına kavuşmuşlardı.

        Bir gün Revandiz kasabasına saldırdılar. Şehre girmeden etrafını sardılar. Şehir nüfusu o vakit 30 bin falan ve Erbil’le tek bağlantı yolu var.

        Şehri müsadereye aldıklarında Mela Mustafa’dan peşmergeye bir emir geldi:

        “Sakın ola şehrin Erbil’le bağlantısını kesmeyin, insanlar gidip gelsin.”

        Emir demiri keserdi. Tam hazırlıklarını yapıp şehre girecekleri sırada ikinci bir emir geldi Mela’dan. Bu kez daha önemli bir şey istiyordu:

        “Sakın ola şehre girmeyin.”

        Mela Mustafa’nın bu emri peşmerge arasında huzursuzluk yarattı. Anlam veremediler. Hazır kolayca ele geçirebilecekleri bir şehir vardı önlerinde, Mela neden bunu engellemek istiyordu?

        Mesud Barzani, babasının bu kararının gerekçesini şöyle açıkladı:

        “Babam da biliyordu. Orayı rahatlıkla ele geçirebilirdik. Ama ele geçirdiğimiz yeri muhafaza edebilir miydik, işte orası şüpheliydi. Babam daha sonra dedi ki bize, ‘Biz orayı ele geçirseydik, hükümet kuvvetleri tankla, topla, uçaklarla saldıracak, şehir tahrip olacak, yüzlerce sivil ölecek, biz de buna engel olamayacaktık. O yüzden koruyamayacağınız hiçbir şehre girmeyin.’ Bu babamın bize vasiyeti oldu. 60 yıllık mücadele tarihimiz boyunca bu vasiyete sıkı sıkıya bağlı kaldık. Bırakın savunamayacağımız bir şehri, bir kasabayı işgal etmeye kalkışmak, bütün o uzun mücadele tarihi boyunca tek bir şehirde, tek bir kasabada tek bir bomba bile patlatmadık.”

        *

        Çoluk çocuğun eline bomba yapsın diye çaydanlık verip şarkı türkü eşliğinde “özyönetim” kuracağını sananların bu hikâyeden çıkaracakları o kadar çok ders var ki...

        Ders çıkarmak istiyorlarsa tabii...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar