Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “YAZININ” yerine “sözü” ikame etmiş toplumların yazıyla ilişkisi “büyü” ilişkisinden öte bir şey değildir aslında. Yazı âlimlerin işidir böylesi toplumlarda. Avam pek yazıyla ilişki kurmaz. Avamın yazıyla ilişkisi sadece yazıya ihtiyaç olduğu zamanlarda zuhur eder. Âlimler kitap okur, avam dinler; kâh bir camide imam hadis, hutbe okurken, kâh bir rüya tabircisinde rüyasını yorumlatırken yazı vardır sıradan insanın hayatında...

        Çoğu zaman muskadır yazı... Muskada ne yazıldığı mühim değildir. Mühim olan muskanın kendisi, yani kâğıda düşmüş olan harflerdir. İngilizce’de bile “gramer” kelimesinin etimolojisinin “büyü”den geldiğini söyler dilbilimciler. Doğu’da o yüzden yazı büyünün ta kendisidir. Rahatlatır insanı...

        Yazının toplumsal hayatı kuşatmadığı cemiyetlerde “söz” her şeyin başıdır. Yazı hayatlarından çokça eksik olduğu için, örneğin Doğu pazarlarında satıcılar yüksek sesle satar mallarını. Yazının bütün hayatı kuşattığı toplumlarda ise satışa çıkmış malların üzerinde fiyat etiketleri vardır, bakarsın yazıya ederini hemen anlarsın...

        O yüzden olsa gerek bizde yazı, öteden beri “bir işe yararsa” bir şey ifade eder. Yazı simyadır, isterse kavuşturur, isterse ayırır. Yazıya geçmiş her şey kutsaldır.

        Modern hayat geliştikçe yazıyla uğraşmak zamanla bir “iş” haline geldi. “Kalem efendileri” türedi, devlet dairelerinde “yazı işleri” odaları açıldı. Mahkeme kapılarına tezgâh kurmuş “arzuhalciler”, yazıyla mağdurların dileklerini yargıçlara ulaştırmaya başladı. Sonra gün geldi “yazıhane” girdi hayatımıza. Bu kez otobüs bileti satan yerlerin sahibinden fahişe pazarlamacılarına kadar herkesin bir “yazıhanesi” oldu.

        Buna rağmen “yazı işi” hiçbir zaman “makul” bir faaliyet olarak görülmedi. Yazı yazanlar halk nezdinde hep bir “efendi” muamelesi gördüyse de, devlet nezdinde hep “tehlikeli” birer unsur olarak görüldü. O yüzden muhalif yazarların başına gelmedik kalmadı, hep düşman bellendi. Devlet, yazdıklarından dolayı onları takibe aldı, hapiste yatırdı, sürgüne gönderdi.

        Ama sıradan halk buralarda değildi. Onların dilinde kutsal kelamın dışında “yazı” hep bir “yalan” muamelesi gördü. İnanılması güç hadiseler karşısında sıradan halkın dilinde hep “yazma”, “yazıyorsun” kelimeleri hiç eksik olmadı.

        Yazılı olan ürünlerin hiçbir zaman itibar görmediği bizim gibi toplumların içine, son yıllarda bir anda “sosyal medya” diye bir “illet” girdi. “Facebook”, “Twitter” gibi yabancı kelimelerle adlandıran birtakım araçlar aniden, yazıyla ilişkisi “soğuk füzyonla” ilişkisine benzer toplumumuzun kılcal damarlarına bir mikrop gibi yayıldı. Böylece bir sürü cahile gün doğdu. O zamana kadar sözlü olarak iletmekte güçlük çektiği muhteşem küfür dağarcığını nihayet, bir yazar gibi fazla kelime kullanma yükümlülüğü altına girmeden, 140 kelime kullanarak yazı yoluyla açma imkânına kavuştu.

        Böylece bütün hayatını, hiçbir eksiklik hissetmeden 300 kelimeyle idame ettiren bir sürü ipsiz sapsıza, bir sürü cahil cühelaya gün doğdu. Hayatı boyunca ulaşamayacağı, hayatı boyunca karşılaşma imkânı bulamayacağı birçok insana, bu mecralardan ulaşıp birbirinden “yaratıcı” küfür ve hakaret etme imkânına kavuştu.

        Hem de adını gizleyerek... Fotoğrafını, adresini koymadan, hiçbir risk altına girmeden, hiçbir hukuki sorumluluk taşımadan... İsterse bir film yıldızına, isterse bir devlet adamına, isterse büyük bir yazara, ünlü bir gazeteciye, bir din adamına, artık aklınıza ne geliyorsa, ulaşılması güç bir şahsiyete, sahte bir ismin arkasına saklanmış ruhu beş para etmez ve bir işe yaramazlar, ağza alınmadık küfürler edebiliyor, istediği hakareti ardı ardına sıralayabiliyor.

        Oysa “kütüphanesi olan bir evde” doğmuş bireyler olsaydık, yazıyı hayatımızda bilgiye ulaşma ve bilgiyi ulaştırma aracı olarak görmüş olsaydık, sözünü ettiğim “sosyal medya” mecralarını da, bütün medeni memleketlerde olduğu gibi, bir fikrimizi, bir faaliyetimizi duyurma, bir bilgiyi, hoşumuza giden artık neyse o şeyi paylaşma aracı olarak kullanırdık.

        Ama eğer çocukluğunuz hep mutsuz, küfredilen bir ortamda geçmişse, anne ve babalarınızın dilinden hakaret eksik olmamışsa siz de o kültürle büyür, zamanla onlara benzersiniz. Belki de küfür ve hakareti iyi bir şey bile sanabilirsiniz.

        Demem o ki suçlu olan “yazı” değildir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar