Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta telefonda sohbet ettiğimizde bölgede yaşananlardan kaygılıydı.

        Çok değil 1 ay kadar önce, Diyarbakır’da Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nin ödül töreninde yan yana oturup uzun uzadıya muhabbet etmiştik.

        “Bölgede yaşamak her geçen gün daha da zorlaşıyor” demişti.

        Masada, vali, büyükşehir başsavcısı, emniyet müdürü ile belediye başkanı arasında yaşanan gerilimi, gerçeğin yanına geçerek, “Tahir” adının anlamındaki gibi, “arı, pak; her türlü ayıptan arınarak” yatıştırmıştı.

        Hep koruduğu bu özelliğinden olsa gerek, masadaki herkes saygıyla yaklaşıyordu.

        Hatta bir televizyon programında söylediği bir söz için hakkında açılan soruşturma nedeniyle gözaltına alınıp bir günlüğüne İstanbul’a gidip gelmesine atıfta bulunulduğunda espriyle yanıt vermekten geri durmamıştı:

        “Kısa süreli de olsa İstanbul havası almak güzeldi...”

        YERDE YATIYOR

        Kürt sorununun çözümünde “Tahir” olarak herkese her sözü söyleyebilen, soyadındaki gibi de taraflara ulaşmakta “Elçi” olan ender kişilerden biriydi.

        Henüz televizyonlara son dakika haberi olmadan Diyarbakır’dan bir arkadaşım arayıp “Baro Başkanı Tahir Elçi öldürüldü” haberini verince önce inandırıcı gelmedi.

        “Yerde yatıyor, sanırım yüzde 90 kaybettik” diye ısrarını sürdürdüğünde, içimden ayrılan Tahir Elçi değil, dünyaydı...

        “Tarihimize, değerlerimize, tarihi ve kültürel insanlığın mirasına sahip çıkmasını” istediği, tarihi Dört Ayaklı Minare’ye zarar gelmemesi için uğraş verdiği sırada kahpe kurşun gelip vurdu...

        Sevdalısı Diyarbakır’ın dünya mirası olmuş tarihini, kültürünü korumak istediği sırada, tarihe yazıldı.

        İnsanlığın mirasını, kültürünü korurken, adı insanlık mirası oldu...

        Elçi’nin vurulması, bölgede gittikçe goşistleşen, lümpenleşen, aymaza dönüşen yapıların gerçeğini sergilemeye yeter.

        TAHİR NE KAYBETTİ?

        Kaybolan sadece Tahir Elçi’nin bedeniydi, ama onun ölümüyle inanın çok daha fazlası kayboldu.

        Belki bazılarımız sevmezdi Tahir Elçi’yi, çekinmeden, eğmeden, bükmeden, düşündüğünü hukuk insanı olarak söylediğinden dolayı.

        Oysa, Nâzım Hikmet’in “Tahir ile Zühre” şiirindeki gibi, “hiç sevmeselerdi, Tahir ne kaybederdi tahirliğinden?”...

        Önemli olan Tahir olmaktı, yani arı, pak, ayıptan uzak olmaktı şiirdeki gibi:

        “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da / hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil / bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte / yani yürekte / Meselâ bir barikatta dövüşerek / meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken / meselâ denerken damarlarında bir serumu/ ölmek ayıp olur mu? / Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da / hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil / Seversin dünyayı doludizgin/ ama o bunun farkında değildir / ayrılmak istemezsin dünyadan / ama o senden ayrılacak / yani sen elmayı seviyorsun diye / elmanın da seni sevmesi şart mı?/ Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık / yahut hiç sevmeseydi / Tahir ne kaybederdi tahirliğinden?”

        Oysa bir Can ile Erdem’ini yazmaktı sabah saatlerinde hedefim...

        Tahir’in; saflığın, her türlü günahtan, ayıptan arı olanın ölümünü yazmak zorunda kaldım biçaresiz...

        Hak yolun açık olsun sevgili dostum...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar