Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ari Aster’in yazıp yönettiği “Ayin” (Hereditary), bir aile büyüğünün ölümünün ardından yaşananları anlatıyor. Başrollerinde Toni Collette ve Alex Wolff’un oynadığı film, özellikle ilk yarısında farklı tarzda bir gerilim kuruyor

        İLK yarıda, hikâyesi ve anlatımıyla farklı bir korku filmi bekliyor sizi. En azından korku ve gerilim yaratma stratejisinin değişik olduğu söylenebilir. “Ayin”, ölümün geride bıraktığı bir kasvet duygusuyla açılıyor. Ev, tekinsizliğinden ziyade, ormanın içindeki yalnızlığı, büyüklüğü ve daha çok da taşıdığı geçmişle ürpertiyor. Annie’nin (Toni Collette) ölen annesinden kalan sandığı ve doğaüstü olaylarla ilgili kitapları kurcalamadan kapatması, “bazı şeyler”i geçmişte bırakmak isteğinin göstergesi... Ama odanın içinde karanlıkta bir anlığına beliren siluet, bunun kolay olmadığını sezdiriyor.

        1970’Lİ YILLARIN KORKU FİLMLERİ GİBİ…

        Asıl ürpertici olansa, Annie’nin grup terapi seansında düz cümlelerle özetlediği aile geçmişi... Ari Aster’in, kameranın Annie’ye yaklaştığı tek bir uzun planda çektiği bu sahnede doğaüstünün tekinsizliği değil, şizofreni, uyurgezerlik, travma ve acılar korkutuyor bizi. Evin küçük kızı Charlie’nin (Milly Shapiro) mutsuzluğu, ürpertici yalnızlığı da öyle... Ari Aster, aile dramını 1970’lerin korku filmleri gibi çekerek, karakterlerin depresyonunu bir karabasan haline getiriyor.

        Annie’nin yaptığı ev maketleri, evin kendisinden daha tekinsiz... Annie maketlerde geçmişteki kötü anları ve hatıraları da resmediyor. Kızının bebeğini emzirmek ve sahiplenmek isteyen anneanne figürünün olduğu maket, galiba filmin en rahatsız edici karesi. Ayrıca, filmin kameranın bir makete yaklaşmasıyla başladığını ve son bölümde Ari Aster’in evin uzaktan göründüğü bir çekimi makete benzettiğini unutmayalım. Maketler, Annie’nin hayallerinin içinde olduğumuz hissini de veriyor.

        İLK YARI MÜKEMMEL SONRASI TANIDIK

        “Ayin”in üçte ikilik ilk bölümü, bir ailenin mutsuzluğunun içinde kilitli kalmanın kasvetiyle geçiyor. Öyle ki bazı durumlarda geçmişin ve kalıtsal olanın doğaüstünden çok daha korkunç olabileceğini düşünüyorsunuz. Ama son üçte birlik bölümünde film, tanıdık sulara girerek, tonunu ve yapısını değiştiriyor. Öte yandan, Ari Aster’in finalin temelini ilk bölümden attığı kesin. Özellikle Charlie'nin cenazede gördüğü gülümseyen adama dikkat! Bir de “kesik kafa” meselesi var. Yanılmıyorsam bazı ilkel toplumlarda, kafası kesilen kurbanın ruhuna sahip olunduğu düşünülüyordu. Futbolun kökenleriyle ilgili tezlerden biri, ilkel kabilelerin kurbanların kesik kafalarıyla top gibi oynamalarıyla ilgilidir... Ari Aster’in kesik kafayı topa dönüştürdüğü sahnenin yanı sıra bir başka planda arka fonda iki öğrenciye top oynatması dikkat çekici.

        “Ayin”, babanın (Gabriel Byrne) pasifliği, annenin teslimiyetçiliği, oğlun (Alex Wolff) kalıtsal mahkûmiyeti açısından daha iyi incelenebilecek bir film ama bunu finalden söz etmeden yapmam mümkün değil... Ari Aster’in resim gibi hazırladığı durgun kadrajların etkisine güvenen sıkı bir yönetmen olduğunu söylemeliyim. Ses bandına gösterdiği özeni de unutmayalım. Film sadece görüntüleriyle değil sesleriyle de kuşatıyor bizi. Ama kendi adıma Amerikalı eleştirmenler kadar etkilendiğimi söyleyemem. İlk yarı mükemmel ama öykünün bağlandığı yer açıkçası bana tanıdık ve sıradan geldi.

        Filmin notu: 7

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar