Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “ASHAB-ı Kiram” yani Efendimiz’i (SAS) görüp iman eden o seçkin zümre; Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (SAS), “İbadetlere nefsaniyeti karıştırmadan nasıl yaparız? Şeytanın hileleri nedir? Neler bizi cehennem ateşine götürür? Neler bizi kulluktan düşürür? Neler bizim ibadet taatimizi, abdiyetimizi, kulluğumuzu sakatlar?” gibi soruları sorarlardı.

        Hayatımızdaki hatalarımıza, üzüntülerimize ve manevi sahadaki kayıplarımıza bir nazar edelim. Bunların hepsinde nefsimizin iştahı ve uyanık oluşu karşımıza çıkar. Eğer vicdanımızı kaybetmediysek nispeten doğru bir muhasebe yapabiliriz.

        O istek ve hırslarımızı birazcık frenleyebilsek veya daha güzeli ruh penceresinden imanlı bir kalp, vicdanlı bir akılla bakabilsek, nefsimizin yerine ruhumuz uyanık olsa bu hataları yine de işler miyiz? İçinizdeki ses cevap olarak “Asla!” diye haykıracaktır. Ruh, ipleri eline aldığında, nefis uykuya daldığında, en azından zararsız olduğumuz bir uyku hâline bürünmekteyiz. Bu ne kadar ibretli vakıadır?

        Bir de uykuda gördüğümüz rüyaların tabirini isteriz değil mi? Korkulu bir rüya görsek, “Çok şükür rüyaymış” deriz, biraz olsun rahatlarız. Rüyada görülenlerin farklı tefsirleri ve tevilleri olduğunu, bu ilimden habersiz olsak da en azından hissederiz. İçten içe, “Acaba bize ne söylenmek isteniyor, ne gösterildi, neye işaret ediliyor?” gibi düşüncelere dalar, meraklanırız.

        Şimdi şöyle bir gözünüzü kapatıp düşünün. İnsan; uykudaki hâl gibi bu dünyayı nefsin hâkimiyetiyle değil, ruhun gözüyle ve letafetiyle görme imkânına sahip olsa ve hayata, bu gördüklerinin de adeta kendisine gösterilen bir rüya olduğu fikriyle baksa acaba hâli nice olur? Bu kişi, can yakabilir mi? Hırsla ömrünü, vaktini harcayabilir mi? Kibir, haset, gadap ve niza ile meşgul olup kendine ve etrafına ziyan getirebilir mi? Gördüğü suretlerin peşine takılıp onları gösteren zatı unutabilir mi?

        Belki bu soruların cevapları bizlerce çok bariz ve kesin bulunamayabilir fakat yine vicdanımızın sesinden nasiplenmeye çalışırsak doğru cevap gönül kulağımıza erişebilir.

        GAFLETE DÜŞMEMEK GEREKİR

        Dünya, ahiret tecellilerinin ayet ve işaretleriyle, kişiyi uyanıklığa sevk eden ve onun bedenden ibaret olmadığını gösteren nişane ve derslerle donanmıştır. Hatta Allah Teâlâ’nın ilim, hikmet ve güzellikleri; onları anlamamız için bu dünyaya isim ve sıfat tecellileri olarak yansıtılmış; bu sayede Halifetullah yani Cenab-ı Hakk’ın ayet-i kerimede de beyan ettiği üzere yeryüzünde halife olarak yarattığı kul olma özelliğimiz de Allah Teâlâ tarafından bu dünyaya aksettirilmiştir.

        Kişi, bu âlemde kendisini uyutacak ve oyalayacak işlerin peşine düşer de kendi gafletinin içinde, egosundan binalar, katedraller, putlar, sevgililer ve seveceği şeyler inşa etmeye devam ederse; elbette sonunda zaten yokluk üzere kurulmuş olan bu programın nihayete ermesiyle karşı karşıya kalacaktır. Fani âlemde fani olanın fani istekleri eklenecek... Talep eden de talep edilen de aciz... Sıfıra sıfır, elde var sıfır.

        Böyle bir hayat sürenlerin diğer âleme yani ancak gölgesini burada fark edebildiğimiz âleme geçişi ise şaşkın, aciz, hatta çok acı bir hâlde olacaktır. Uyurken bir yatak içindeki debelenmesini, âlemde padişah gibi dolaşma zanneden kişinin, dünya hayatından ahirete uyandığında sadece acısı kalacak, tebessüm edecek takati olamayacaktır.

        Kendi nefsinin terbiyesinden mahrum olmanın ve kendini tanımaktan uzaklaşmanın derin üzüntüsüyle yüz yüze gelirken, avuntu içerisinde geçen ömür hayali ve rüyasından bir anda uyandırılışı, ayrı bir azap hâlini alacaktır. Gerçek zannedilen hayallerin hayali bile çok uzaklarda olacaktır.

        ***********

        HAZRET-İ MEVLÂNÂ’DAN BİR DERS

        BİR gün Hazret-i Pir Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, oğlu Sultan Veled’in dalgın, üzgün bir vaziyette odasında oturuyor olduğunu görmüş. Tekkenin yüklüğünde bulunan bir kurt yahut aslan postunu, başını ve sırtını kaplayacak şekilde üzerine örtmüş ve oğlunun bulunduğu odaya girmiş. Durumun acayipliği karşısında Sultan Veled önce bir şaşırmış, sonra da gülmeye başlamış.

        Cenâb-ı Pir de postu üzerinden indirip evladına tebessümle, “Oğlum, korkmadın mı? Bak, yırtıcı bir mahluk odana giriyor, onunla tek başına kalmışsın. Sen ise gülüyorsun” deyince Sultan Veled, “Babacığım niye korkayım ki? O postun altında sizin olduğunuzu fark etmemek mümkün değil. Bundan dolayı gülüyorum” diyerek cevap vermiş.

        Bunun üzerine Hazret-i Pir, “Ah güzel evladım, o hâlde bu dünyada niye gamlanır, kederli ve hüzünlü olursun? Bilmez misin ki bu dünyada gördüğümüz her şeyin sahibi ve yaratıcısı Hazret-i Allah’tır. Gam ve keder, kişiye ancak yaşadıklarının Allah’tan geldiğini unuttuğu zaman erişir. O hâlde sen âgâh ol, Rabb’ini unutma” buyurmuştur.

        Arife işaret kâfidir. Açıklamaya çalıştığımız bu hâli Hazret-i Pir Mevlânâ Celâleddîn muhtasar olarak ibret nazarlarımıza vermiştir...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar