Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! Gündelik hayatımızda karşımıza türlü türlü mizaçta ve huyda, çeşit çeşit insanlar çıkabiliyor. Bu haftaki sohbetimize konu olan ve şimdi sizlere bahsedeceğim türden insanlarla eminim ki karşılaşmışsınızdır.

        Bunlar; kendileri ibadet taatta bulunmazlar. Olabilir, bir insan inanç sahibi olduğunu söyleyip ibadete tembellik eden bir konumda bulunabilir, ancak iş bununla kalmıyor. Bu nevî kimseler kendileri ibadet etmediği gibi başkalarının ibadetini hem beğenmez, hem de onları ibadetten alıkoymaya kalkar.

        En çok da şu sözleri duyarız:

        “Öyle fazla namazla, ibadetle meşgul olma, bütün mesele iç temizliğidir. Tanrı’yla özünü ve kalbini buluştur. Sonra fazla derinlere inme... Öyle beş vakit namaz, Kur’an okumak, dinî sohbetlere gitmek, bunlar hacı hocanın yapacağı işlerdir. Mesele ibadette değil, sevmekte... O aşkı içinde hissetmekte... Zaten din denilen şey nedir ki? Kendin için istediğini herkes için istemek, hoşlanmadığın bir şeyi hiç kimse için istememektir. Gerisi teferruat... Hem sonra böyle namaz kılıp dinî sohbetlere gitmeye devam edersen kafayı üşütürsün. Daha gençsin, güzelsin, hayatın zevklerinden mahrum olma...”

        Ardından da “Benim beş vakit namazını kılan bir komşum var, her gün çocuğunu dövüyor. Geçenlerde böyle başı kapalı -belli ki Kur’an kursuna giden- bir kız gördüm, yere çöp attı. O bahsettiğin hoca, filanca yerde şunu yapmış. Bizim hacının çocuğu kediye taş fırlattı, hayvanın kafasını yardı” gibi sözler muhakkak ilâve edilir.

        BU SÖZLERİ SÖYLEMEKTEKİ MAKSAT NEDİR?

        Şimdi düşünelim, bu sözlerle amaçlanan nedir? İnsan düşünür ki konuşur, konuşması da onun bir varlık ve şahsiyet olduğuna delildir. Muhakkak kastedilen bir şey var bu sözlerde. Mesele doğruyu anlatmaksa niçin problemler konuşuluyor? Yok, eğer doğruyu anlatmayacaksa, hatta kendisi de bilmiyorsa ne demek istiyor?

        Aslında onların yaptıkları -şayet bu mevzuda söz sarf ediyorlarsa- aynen hasetçi bir kimse gibi kendi gafletlerini etrafındakilere de bulaştırma gayretinden başka bir şey değildir. Kötülükler bile insanı teşvik edici, ümit kırıcı, yeis ve sıkıntıya sevk edici şekilde anlatılmamalıdır.

        Günümüzdeki televizyonculuk, basın yayın, medya jargonu da maalesef bu konuda oldukça kötü bir profil ortaya koymaktadır. Bilhassa ülkemizdeki haber bültenleri ve haber aldığımız kaynakların konsepti kaos üzerine kurulmuştur. Çirkinlik ve vahşet; cazibesiyle, ruhta uyandırdığı yeis ve fitnesiyle verilirken sanki habermiş gibi değerlendirilmeye çalışılıyor. “Değerlendirme” tabirini özellikle kullanıyorum; çünkü bu söze sıkça başvurmaları da bunun bir yansıması...

        Allah Teâlâ’nın hikmetlerine daima uyanık bir gözle bakmayı kendilerine şiar edinen bahtlı kimseler, ibnü’l-vakt yani yaşadıkları anın farkında olmalarından dolayıdır ki hâdiseleri tevil, tefsir ve tabir kabiliyetine sâhiplerdir. Ferasetten uzak, daimî yeri de hasetçilerin kurduğu tuzak olan kişilerin “mü’minim” diye caka satmaları, asla kabullenilebilecek bir durum değildir. Zira bu yolda aldanan da aldatan da alçaktır.

        Hadi o kumpas kuran şeytan, vazifesi icabı elinden geleni ardına koymuyor, peki sen bu tuzak için mi yaratıldın? Ne işin var orada? “Efendim, gafletten.” Gaflet ama bir anlık hata değil. Gafleti sevmekten dolayı bu durumlara düşüyoruz. Maneviyatın kokusunu alan kişi, Hakk’a kulak veren er kişi, sapla samanı ayıramaz mı?

        Velhasıl bu dertler bizi fazla söyletecek olduğundan burada keselim ama şunu da ilâve edelim ki yapamıyorsan bari bu yolda gidenleri iğfal etme, hakarette bulunma. Sanki bu yolun dertlisiymişsin, dinî ve İslâmî eğitimin yanlış algılanmasından dolayı çok üzülüyormuşsun gibi yapma, böyle görünerek insanların saf duygularıyla oynama. Zaten kırık dökük, düşe kalka devam eden hâlinle, bir de Allah yoluna karşı savaş açıp münafıklık ve küfür tarafını tutma. İbâdet edenlere kastetme, onlara yardımcı olamasan da hiç olmazsa düşmanlık etme.

        Cenâb-ı Hakk cümlemize hakkı hakk görüp tabi olmakla rızıklanmayı, batılı batıl çirkinliğiyle görüp kaçınmayı nasip eylesin!

        ***********

        HAZRET-İ ÖMER’İN (RA) KEŞİŞLERE ACIMASI

        HAZRET-i Ömer (RA) “Manastırda uzlette yaşayan Hıristiyan keşişlere çok acıyorum” dermiş. Niçin başka kimselere, inançsızlara değil de bu kişilere acıdığı sorulunca; kelâm-ı Hakk üzere konuşan Ömerü’l-Fâruk Efendimiz, “Kâfirler ve müşrikler, imansız oldukları hâlde bu dünyanın zevk ü sefasını sürer, çok kısa bir müddet için bile olsa zevk içinde yaşayıp cehenneme giderler. Fakat manastırda yaşayan keşişler öyle değildir. Onlar ‘teslis’ üzere yani tevhîd inancına muhâlif ve imansız olmalarına rağmen bir de kendilerini bu dünya nimetlerinden mahrum edip sapık itikadları üzere inzivaya çekiliyor ya da gurbet hayatı yaşıyorlar. Kendilerince bu kadar çile çekmelerine rağmen, Allah’ın (CC) birliğini ve Efendimiz’in (SAS) nübüvvetini kabul etmeyişlerinden dolayı gene cehenneme gidecekler. Bu ahmaklıklarından dolayı onlara daha çok acıyorum” buyurmuş.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar