Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! Müslüman’ın elinden ve dilinden emin olunabilecek hâle gelmesi ancak Muhammedü’l-Emin olan Efendimiz’in (SAS) sünnet-i seniyyesiyle mümkündür. Başka hiçbir kardeşlik, hizip, grup, cemaat, sistem, nizam bu çerçevenin dışında bir emniyet vaadinde bulunamaz, bulunsa bile bu vaadin gerçekleşmesi mümkün değildir, muhaldir.

        Sünnet-i seniyyeye ve Efendimiz’in (SAS) ruhaniyet ve nûrâniyetine tâbi olmaktan kendilerini alıkoyanların içinde bulundukları kibir, heva ve hevesleri neticede onları ölümcül, helâk edici nefis sıfatlarından birisine müptela kılar, tevhid makamından düşürür, şirke ve nifaka sürükler.

        Maalesef günümüzde Efendimiz’in (SAS) sünnetini tahfif edenler türemiştir. Sünnet-i seniyyeyi tahfif ve tahkir etmenin birçok kılıfı olabilir. Mesela, “Hadisler bize lâzım değil, bu sünnetler Hazret-i Muhammed’in (SAS) şahsî tercihleridir, Kur’ân’da yoksa sahabenin içtihadıyla hareket etmem” gibi cahilâne, kâfirâne sözler olabildiği gibi övme ve övünme kastıyla da sünnet-i seniyye tahfif edilebilir.

        “Sizler bu zamanın ashabısınız; Hazret-i Muhammed’in (SAS) vekili benim; eğer peygamber bu zamanda yaşasa, bizimle olsaydı bunu yapardı; bu zamanın namazı, orucu şu hizmettir; ancak bize tâbi olanlar peygambere erişebilir; en hakiki Müslüman biziz; takva ve ilim bizden sorulur; zamanın müceddidi, mehdisi, kutb-ı âlemi benim; nur-i Muhammediyye bizdedir; İslâm’ın bayraktarlığı ve sancağı bu cemaate aittir” gibi sözler de her ne kadar bu manayı yüceltici gibi görünse de gerçek ve hakikat cephesinden bakıldığında bu sözleri sarf edenler, sünneti inkâr ve tahkir edenlerden daha süflî bir noktadadır.

        Şunu hemen hatırlatalım ki Asr-ı Saadet’te, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn devrinde İslâm’ın âbide şahsiyetleri içerisinde asla bu ve benzeri ifadeler mevzubahis bile olmamıştır.

        TAKVA ANCAK ALLAH (CC) İNDİNDE DEĞERİ BİLİNEBİLECEK BİR MAKAMDIR

        İnsanları birbirine düşüren, müminleri tahkir ve tekfir eden, ümmet-i Muhammed’i (SAS) birbirine muhabbet etmekten alıkoyan, Allah (CC) ve Resûl (SAS) muhabbeti duyanları ötekileştiren, kendi cemaatine mensup olmadığı için insanları ve diğer cemaatleri gâfil ve kâfir gören, kendilerini seçilmiş, başkalarını dalâlette bilen bir güruhun nûr-i Muhammedî’den ve hakikat-i Ahmediyye ve İslâmiyye’den nasibi olduğundan bahsedilebilir mi?

        Kendi toplantı, âyin ve merasimlerini ciddiyetle ve gayet dikkatle icra etmeye çalışırlarken farz ve sünnet olan ibadetleri lâubâli ve lâkayıt yapan insanların Efendimiz’in (SAS) nuruna yakınlığından bahsedilebilir mi?

        Onlarca kitap, yüzlerce nutuk, binlerce havâdis ve dedikoduyu zaptedip, hafızaya alıp meşgul olduğu hâlde Kur’an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerden habersiz yaşayan yahut bunları öğrendiği hâlde hâlâ birbirine hüsn-i niyetle ve muhabbetle bakmayı öğrenemeyen kişiler nur-ı Ahmediyye’ye ve velayet silsilesine mensup olduklarını iddia edecek kadar alçalabilirler mi?

        Kendisi “silm, selâmet ve İslâm” olan bir dinin mensupları olmanın yanında daha da ihtisas sahibi olduklarını iddia eden ve bu hususta çalışmalar tertip eden, insan yetiştirdiklerini söyleyen kimseler müminlerin yolunu vurur, arkalarından konuşur, maslahat için onları aldatır, istikballeri, aileleri ve iffetleriyle oynayarak bunu bir yola mensubiyet, hizmet, muhabbet, mümin kardeşlik olarak açıklayabilirler mi?

        Takva ancak Allah (CC) indinde anlaşılabilecek; değeri, miktarı ve derecesini ancak Allah Teâlâ’nın belirleyebileceği manevi bir makamdır, fakat bu takvanın kişinin ferdî ve içtimaî hayatına yansıyan bir yüzü ve tezahürü vardır. İnsanları dinden soğutan, birbirine düşüren, ikrah ettiren, iğfal eden yahut buna benzer netice veren bir davranış asla ne takvayla ne fetvayla izah edilebilir.

        **************

        CUMARTESİ İNSANLAR İÇİNDİR, İNSANLAR CUMARTESİ İÇİN DEĞİL

        ŞERİATTAN murat hem Allah Teâlâ’nın emirlerine saygı, hem de bunun beraberinde Allah Teâlâ’ya yakınlıktır. Zahirî emirlerin ve şeriatın hikmetini anlamayanlar, dini akıldan ibaret zannedip kalp ve teslimiyetle bu hükümleri tevhîd edemeyenler, her ne kadar dindar olduklarını söyleseler de aslında kendi taassuplarından ibaret bir anlayışın mahkûmudurlar. Bu konuyu çok güzel özetleyen bir kıssayı sizlerle paylaşıyoruz:

        Hazret-i İsa (AS) kavmiyle beraber olduğu bir günde insanların aç olduğunu fark etmiş. Hemen bir miktar buğdayı öğüterek un yapmış, onu da suyla karıştırıp pişirerek ekmek hâline getirmiş, yanında bulunanları doyurmak için hizmet etmiş. Bunun üzerine bazı taassup sahibi kişiler “Sen cumartesi de çalışıyorsun, halbuki bu günde çalışmak haramdır, günah işledin” diyerek Allah’ın (CC) peygamberi Hazret- i İsa’ya çıkışmışlar. Kendilerine göre ayetleri ve Hazret-i İsa’yı yorumlamış, kafa tuttukları şahsın bir peygamber olduğunu da görmezden gelmişler. Üstüne üstlük sanki Hazret-i İsa’yı iş ve ticaret yapıyormuş yahut kendi menfaatine çalışıyormuş gibi göstermekten de geri kalmamışlar.

        Hazret-i İsa bu durumu kendilerine açıkladıktan sonra şöyle bir cevap vermiş: “Cumartesi insanlar içindir, insanlar cumartesi için değildir.” Yani “Siz Allah Teâlâ’nın bu emrini anlamamışsınız. Aç olan bu insanların ölmesi için cumartesi konulmamıştır. Sizin doymak bilmeyen nefsinizin ve şehvetinizin frenlenmesi için Allah Teâlâ bu yasağı koymuştur. Benim bu yaptığımla sizin bana isnat ettiğinizin alâkası bile yoktur” buyurarak emir ve yasakların ruhunu ortaya koyan, işin kalbî ve hikemî cihetlerini gösteren bir peygamber olmuştur.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar