Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kıymetli dostlar! Bugün sizlere son devrin büyük âlimlerinden, hafız-ı kurra Gönenli Mehmed Efendi Hocaefendi’den dinlediğim bir hatırayı nakletmek istiyorum. Hocaefendi’nin hac yolunda tesadüf ettikleri yağmur hadisesini tefekküre vesilesi olması niyazıyla kendisinden dinleyelim:

        “Bakın, size bir yağmur hikâyesi anlatayım, şimdi hatırıma getirildi. Bendeniz karayoluyla ilk hacca giden kafilelerde bulundum. Biliyorsunuz, uzun bir süre hacca gitmek yasaktı, sonra -Allah razı olsun- Menderes zamanında kanunlar müsaade etti. İşte karayoluyla gidiyorduk. (Birden ağlamaya başladı ve sağ elini kaldırarak ‘Hey hey...’ der gibi havada salladı ve devam etti.)

        Biliyor musunuz, bu millet Kâbe’ye, hacca hatta hacıya bile âşıktır. Urfa’dan geçiyorduk, otobüsün önüne insanlar yattı. Evet evet, yanlış duymadınız, (Eliyle önünde yol varmış da işaret ediyormuş gibi yaparak) böyle yere yattılar. Yola yattılar yola... ‘Yahu bunlar ne yapıyor?’ dedik, mecbur kapıyı açtık. ‘Kardeşim, ne istiyorsunuz?’ diye sordu şoför. ‘Vallahi, bu hacca gidenler bizde misafir olmazsa yerden kalkmayacağız’ dediler. Aman yâ Rabb’i!

        Biz de vize işlemleri olduğunu, geç kalırsak kapıda çok zorluk çekeceğimizi onlarla konuştuk, bir şekilde ikna etmeye çalıştık. Neyse, gönüllerini aldık. Otobüste, ikramda bulundular... (Hocaefendi hem ağladı hem ağlattı.) Ya, bu millet işte böyle âşıktır. Yâ Rabb’i! Sen, hac yollarını bize aç, bu aziz milleti Haremeyn’e hâdim eyle. O yola gitmekten alıkoyan eşkıyadan bu milleti muhafaza eyle. Bizler, evlatlarımız, zürriyetimiz, inşaallah hayırlısıyla o mübarek yollara gidelim ve gelelim.

        Neyse efendim, Kudüs’e dört beş otobüs peş peşe geldik. Biz, tam kapının olduğu yerden şehre girdik, birdenbire gök gürledi. Bir rahmet, bir yağmur ki sormayın... Fesübhanallah! Fakat o anda acayip bir şey oldu. Normalde yağmur yağdığında herkes sokaklardan kaçar, ıslanmamak için bir yere dâhil olur. Ama Kudüs’te yağmurun yağmasıyla insanlar sokağa döküldü.

        Bizim hacıların bulunduğu otobüs kafilesinin etrafı insan seline döndü. Öyle ki arabaları sallıyor, pencerelere vuruyor, ağlayarak ve yüksek sesle bir şeyler söylüyorlardı. (Sanki olan biteni anlamıyormuş gibi tecâhül göstererek) Ben de görevliye sordum: ‘Kardeşim, ne bu gürültü, ne bu nümayiş? Bunlar ne bağırıp çağırıyorlar?’ diye.

        Kafile başkanı ağlayarak bana ne dese beğenirsiniz? “Hocam, hep bir ağızdan ‘Kudüs’ün sahipleri geldi, Allah Teâlâ da yağmur indirdi’ diye bağırıyorlar.”

        Meğer üç senedir Kudüs’e bir damla yağmur yağmamış. Ama ne acayip tecellidir ki bizim arabaların geldiği an, Cenâb-ı Mevlâ yağmur indiriverdi. Orada olduğumuz müddetçe insanlar, bu rahmete ve yağmura doya doya kandılar.

        Yâ Rabb’i! Kudüs’ü küffâr elinden kurtar. Mü’minleri aziz eyle, şu zilletten cümlemizi halâs eyle. Bu necip milletimizi tekrar o mübarek beldelere hâdim eyle... Korktuklarımızdan emin eyle, kâfirlerin şerrinden bir an önce insanlarımızı kurtarıp halâs eyle. Ente mevlânâ fensurnâ alal kavmilkâfirîn, Allahümmensur men nasareddîn, vahzül men hazelelmüslimîn. (Sen bizim Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize zaferle yardım et. Allah’ım! Dinine yardım edenleri muzaffer eyle, Müslümanlara eziyet edenleri perişan eyle.) Âmin, âmin bihürmeti Tâhâ ve Yâsîn.”

        SULTAN II. ABDÜLHAMİD VE KUDÜS

        CENNETMEKÂN 2. Abdülhamid Han, saltanat koltuğunda oturduğu sürece siyonistlerin planlarını her seferinde bozmuş, Yahudilerin bireysel olarak Filistin’den toprak satın almasına, Filistin’e yerleşmesine bile müsaade etmemiş, o coğrafyada nüfus olarak çoğalmalarına fırsat vermemiştir.

        Siyonizmin de kurucusu kabul edilen Theodor Herzl adlı Yahudi, 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’a gelir. Niyeti Sultan 2. Abdülhamid Han’la görüşmek ve bugünkü Filistin toprakları karşılığında ona bir teklif sunmaktır.

        Fakat Theodor’dan önce, niyeti Sultan’ın kulağına gider; Abdülhamid Han, Theodor’un görüşme isteğini reddeder. Yahudiler Sultan’la görüşme konusunda pes edecek gibi değildir. Nihayet bir aracı bulup Sultan’ın huzuruna çıkarmayı başarırlar. Aracı, Abdülhamid Han’a Yahudilerin teklifini iletir.

        Teklif ki; öyle yenilir yutulur türden bir şey değil. Neredeyse son elli yılı borç ödemek için borç almakla geçiren imparatorluğun tüm borçlarını ödemek, muhalifleri sindirmek, Avrupa’da Sultan’ın olumlu propagandasını yapmak ve daha neler neler...

        Karşılığında istedikleri de bugünkü Filistin topraklarında, Kudüs civarında, sözde Osmanlı’ya bağlı bir Yahudi devleti kurmaktır.

        Elçi biraz da çekine çekine Sultan’a; Filistin topraklarını almak karşılığında Yahudilerin sunduğu teklifi arz etmiş, merak ve endişeyle padişahın vereceği cevabı beklemektedir. Sultan 2. Abdülhamid Han, elçinin teklifini dinledikten sonra tereddüt etmeden, “Hayhay, ne demek, tabii ki alabilirler. Yeter ki bedelini ödesinler!” der.

        Korkudan küçük abdestini altına kaçırmak üzere olan elçinin bir anda gözleri parlar, bu cevabı duyacağı aklının ucundan bile geçmemektedir. Hemen sorar, “Sultanım nedir o bedel? Hemen ödemeye hazırlar” diye.

        Abdülhamid Han elçiye bakar, “O bedel, şehit kanıdır!” der. “O toprakların her adımı Müslümanların, şehitlerinin kanlarıyla sulanmıştır. Bedelini ödeyebileceklerse gelsin alsınlar!”

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar