Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CENÂB-ı Hakk, Kurân-ı Kerîm’de biz mü’minlere hitap ederek mealen buyuruyor ki: “Sakın Cenâb-ı Hakk yolunda feda-i can edenler için ‘ölüler’ demeyiniz. Onlar bilakis diridirler, lakin siz bunları akledemezsiniz.”

        Ayette geçen ifadelerden biri olan şuur; aklın nurlanmış halidir. Yani münevver bir akıl, çok iyi olan bir akıl, hatta imanı tanıyan bir akıl, şuur olarak ifade edilir. Ayetteki mana, “Aklınızı çalıştırsanız bile, imanlı bir akla sahip olsanız bile siz bir şehidin mertebesini anlayamazsınız” şeklinde ifade edilebilir. Onu ancak şehadet zevkini tadan yahut o şehitlik mertebesini bilen, bizzat müşahede eden insan fark eder deniliyor.

        Bu ayette fark edememeye, şehitleri ölü olarak kabul etmeye, daha doğrusu ölü zannetmemize, o şehitleri ölü kabul etmenin bizi yüksek akıl derecesine ve gördüklerimizi idrak derecesine yükseltemeyeceğine işaret vardır.

        Şehitler hususundaki hakikati kişi anlayamasa bile o mübarek makama erişenler hakkında kendince, kafasına estiği gibi konuşamaz. Çünkü kişinin bu konuşması, anlayamadığı bir sahada konuşması demektir. Bu ise “Akıl sahibiyim, konuşuyorum, düşünüyorum” diyen biri kişinin mantığına tam ters bir durumdur.

        Şehadet mertebesinde bir boyut değiştirme hali var demek ki. Bizim hislerimizle, 5 duyu organımızla akledip de ismini koyacağımız bir şey değil. Evet, hislerimizle belli şeyleri fark ediyoruz ama onun mahiyetini idrak edemiyoruz.

        CİNAYET İŞLEYEN İLE AMELİYAT YAPAN AYNI KEFEYE KONULAMAZ

        Meselenin daha iyi anlaşılması için şöyle bir misal verilebilir. Gözünüzde iki sahne canlandırın. Bir adam husumetten dolayı bir kişiyi bıçaklamış ve yere yatırmış. Bıçağını saplamaya, onu yaralamaya, öldürmek kastıyla kan dökmeye devam ediyor. Karşımızdaki manzara elleri kana bulanmış, bıçağını kaldırıp indiren bir adam. Gerçekten hunharca bir cinayet, bir zulüm manzarası.

        Diğer tarafta ameliyat masasına yatırılmış bir hasta var. Hastanın göğsü yarılmış, başında da bir hekimin dirseklerine kadar kan süzülüyor. Eli, her yeri kan, hatta yüzündeki maskesine kadar kan sıçramış. Bu iki durum birbiriyle kıyas kabul edebilir mi?

        O idrakimizle anlıyoruz ki birisi kan dökücü olarak görünse de iyileştirmek üzere bir ameliye yapıyor ki ona zaten ameliyat deniliyor. O sahayı anlamayan, bilmeyen bir insan bu iki sahneyi aynı görebilir. Bu kişi aradaki farkı anlamadığı gibi ameliyat eden doktora dahi kızabilir. O iki işi aynı görmesi ancak kişinin cehaletinin boyutunu ortaya koyar. Senelerini vermiş bir hekimin müdahalesini bir başka katilin muamelesiyle denk gören bir insan, fevkalade gadabı celb edecek bir hareket, bir konuşma yapmış olmaz mı?

        AKLI MEAŞTA OLAN KİŞİ, AKL-I MEADI ANLAYAMAZ

        Aklın farklı türleri vardır.

        Akl-ı meaş; aklını çalıştıramayıp aklını hayvani akıl potansiyelinde kullanan insanların aklıdır. Hayvanlarla ortak olan akl-ı meaş, maişete yarayan akıldır.

        Akl-ı mead; Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği akıl cevherinden iyice beslenerek hadiseleri akleden, fikreden, tefekkür eden akıldır. Bu aklın sevkiyle cihada gitmek akılsızlık değildir. Tam tersine bu kişi akl-ı mead sahibidir.

        O nurla cihada bir gül bahçesine girermişçesine gider. Karşıdan bakan insan onu mecnun zanneder, hatta belki iyice haddini aşıp “Deli mi bu adam?” der. Akl-ı mead sahibi, vahyin tesiriyle ve muhabbetle nurlanmış olan aklın tesirinde olarak hareket eder.

        Ancak dışarıdan bakan, bunu fehmedemeyen akl-ı meaşta olan kişiler, “Bu adam deli mi? Bu nasıl böyle bir şeye kalkışıyor? Bu zamanda böyle bir şey mi yapılır? Bu zamanda namaz mı kılınır? 1500 sene önce gelen emirlerle bugün hareket edilir mi? Yahu bu ne delilik, hangi asırda yaşıyoruz?” diyerek onu tenkit ederler ve o kişiyi akılsız zannederler.

        İşte nasıl aklı meaşta olan kişi akl-ı meadı anlamıyorsa, nasıl cahil olan bir insan bir katille bir doktorun yaptığı işi tefrik edemiyorsa, akılsız, cahil kimseler Allah (CC) yolunda feda-i can etmeyi delilik ve aptallık zannedebilirler. Halbuki bu en güzel, en yerinde olan bir hareket ve akıllılıktır.

        KISSA

        BİŞRÎ Hafî’ye bir zât gelmiş ve “İsm-i Âzam” sırrını öğretmesi için yalvarmış. Bir gün kendisini çağırmış ve demiş ki: “Sana mühim bir vazife veriyorum. Şu kutuyu al, yol boyunca açmadan komşu köydeki falanca zâta teslim et! Bu vazifeyi yerine getirirsen sana sırrı öğretirim.”

        Adam yola çıkmış ama meraktan içi içini yiyormuş. Kutuya kulağını götürmüş ses yok, koklamış ancak bildiği bir koku da alamamış. “Kutuyu bir açıp bakayım, sonra da kapatırım” demiş. Kutuyu açmasıyla beraber içinden bir fındık faresi zıplayıp kaçmış. “Koca Şeyh utanmadan beni kandırdı, benimle dalga geçti, böyle iş mi olur?” diyerek gerisin geri dönmüş ve bütün yol boyunca söylenmiş.

        Şeyhin karşısına geçmiş ve demiş ki: “Niye beni böyle kıymetsiz işlerle uğraştırıyorsun? Bir fare için o kadar yol teptim.”

        Şeyh Efendi cevap vermiş:

        “Be insafsız adam! Daha sana emânet edilen fındık faresini koruyup muhafaza edemiyorsun. Sen bu sabırsızlığın ve gereksiz merakınla birçok sırları alâkadar eden ilmi nasıl taşıyacaksın?”

        AYET-İ KERİME

        “ALLAH (CC) yolunda canlarını feda edenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler ancak siz bunu bilemezsiniz.”

        (Bakara - 154)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar